Mareşal Erich von Manstein Bölüm I

Burak Köylüoğlu

Modern çağın en büyük askeri stratejisyenleri yazı dizisi Mareşal Erich von Manstein ile tamamlanıyor. Manstein büyük sayısal ve niteliksel dezavantajlara rağmen, hem savunma hem de taarruz savaşlarında olağanüstü başarılı olmuş bir stratejisyen idi.

Manstein; I. Dünya Savaşı’nda (1914-1918) İmparatorluk Almanyası’nın olağanüstü kaynaklarını tahsis etmiş olmasına rağmen başaramadığını, II. Dünya Savaşı’nda 1940 Mayıs’ının iki haftası içinde gerçekleştiren stratejinin mucidi ve isim babası idi. Manstein Planı ile İngiliz-Fransız orduları kesin bir şekilde yenilgiye uğramış ve Fransa teslim olmak zorunda kalmıştı. 

1942 ilkbaharında ele geçirilemez olarak düşünülen Sivastopol’ün bir mühendislik harikası olan savunma sistemlerini ve Maxim Gorky tahkimatlarını düşürerek Kırım’ın tamamını fethetmişti.

Almanlar için Stalingrad’daki felaket sonrasında, elindeki derleme toplama birlikler ile Kafkasya’da savaşan Alman ordu grubunun kuşatılarak imha edilmesini engelleyerek tarihi değiştirmişti.

Doğu Cephesi’nde 1942-1944 dönemindeki ezici güçteki Sovyet üstünlüğüne karşı “backhand” vuruşları ile rakibinin dengesini bozabilecek bir zekâya sahipti. İnsanlık tarihinde pek az askeri lider 1943-1944 yıllarında Manstein kadar dezavantajlı konumda savaşıp, bu kadar önemli sonuçlar alabilmişti.

Şaşırtıcı başarıları ile meşhur Amerikan TIME dergisinin 10 Ocak 1944 sayısına kapak olmuştu.

Savaş sırasında Alman, İngiliz, Amerikalı ve hatta Sovyet askeri liderlerinin hayranlığını kazanmıştı. Özellikle Sovyet mareşalleri Georgy Zhukov, Ivan Koniev ve K.K. Rokossovsky’nin anılarında Manstein’dan övgü ile bahsettiklerini görüyoruz. Yıldırım Savaşı kavramının mucidi Heinz Guderian, Almanya için tam yetkili bir genelkurmay başkanlığı için en iyi adayın Manstein olduğunu ifade etmişti.  

Savaştan sonra Sovyetler Birliği’nin baskısı ile bir İngiliz askeri mahkemesinde yargılandı.

Savunmasına destek verenler arasında İngiltere’nin savaş kahramanı ve savaş döneminin başbakanı Winston Churchill, İngiliz görev kuvvetleri komutanı Mareşal Bernard “Monty” Montgomery ve askeri stratejinin ölümsüz teorisyeni Sir Basil Liddell-Hart vardı.

II. Dünya Savaşı’nın en parlak askeri lideri olmasının yanı sıra, Soğuk Savaş’ın ilk bölümünde Avrupa’nın bir III. Dünya Savaşı’nda Sovyet taarruzuna karşı nasıl savunulacağının doktrinine önemli katkıda bulunmuştu. Savaş sırasında kurmayı olan General Hans Speidel, 1957-1963 yıllarında NATO Avrupa Kuvvetleri başkomutanı olduğunda, kendisi de NATO’nun gölge başkomutanı olarak anılacaktı.    

1973 yılında ölümü ile son Prusya ve son gerçek Alman Feldmareşali de tarih sahnesinden çekilecekti.

Kendisinden bir ay sonra ölen Mareşal Ferdinand Schörner son Alman mareşali olarak bilinir ki, bu tanım teorik olarak doğru ama eksiktir. Schörner; Nazi partisi üyesi olması, Alman diktatörüne katıksız ve aptalca bağlılığı ve gaddarlığı ile “son Nazi mareşali” olarak anılmayı hak etmişti.  

Manstein gibi olağandışı bir kişiliği anlatmak için en başa dönelim. Ancak Manstein’ın cephe arkasında Nazilerin insanlığa karşı işlediği suçlardan bilgi sahibi olduğunu ve astlarına bu vakaları umursamaması gerektiğini söylediği de not düşmem gerekir. Manstein’ın kişiliğine gölge düşüren bu notlar, yazının ikinci bölümünde yer alacaktır.  

Bu yazıda aynı zamanda savaşın olağanüstü bazı anlarına da değineceğim. Örneğin 10 Mart 1943 yılında Zaporozhye’de (bugünkü Ukrayna) cepheyi yaran bir Rus tank müfrezesinin farkında olmadan Hitler’i ve Manstein’ı ele geçirmeye ne kadar yaklaştığı gibi…

Erich von Manstein (1887-1973); Fritz Erich Georg Eduard von Lewinski olarak Berlin’de ailesinin onuncu çocuğu olarak doğdu. Annesinin kızkardeşi ve eşi çocuk sahibi olamadığı için, teyzesi ve eşine doğumu anında evlatlık verildi. Bugünün dünyasında oldukça garip gelen bu gelenek, eski Prusya aile geleneğidir. Böylece teyzesi ve eşinin soyadı olan “von Manstein” soyadını alacaktı.        

Manstein yeni babası ve biyolojik babası Prusya ekolünden yetişmiş subaylar (her ikisi de general olacaktı) idi. Her iki ailenin de ataları arasında Prusya subayları ve generalleri vardı.

Daha da önemlisi Manstein’ın teyzesin eşi (eniştesi), I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın de facto lideri haline gelecek ve daha sonra Weimar Almanyası’nın tek ve son cumhurbaşkanı olacak Mareşal Paul von Hindenburg idi.

Biyolojik ailesi Batı Prusya kökeninden geliyordu idi ki bu bölgenin karmaşık etnik yapısı ve “Lewinski” soyadı, Manstein’ın kökeninde kuvvetle muhtemel bir Slav ve Polonyalı kanına sahip olduğunu işaret edebilir.   

Erich von Manstein tam ve geleneksel bir Prusya disiplini içinde yetiştirildi ve babaları gibi askeri akademiye girdi. Birinci Dünya Savaşı’nda hem Batı hem de Doğu cephelerinde görev yaptı. 1915’te Doğu cephesinde ağır bir şekilde yaralandı. Savaşın kalanında kurmay subay olarak görev yaptı ki, Batı cephesinde Verdun ve Champagne, Doğu cephesinde Rus Polonya’sı, Sırbistan ve Estonya’da yer alan kritik çatışmaları bir kurmay subay olarak gözlemlemiş oldu.

Bu deneyimler ve satranç oyununa olan düşkünlüğü; ileride gıpta edilecek bir stratejik zekânın temellerini atacaktı.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında resmen 100,000 kişi ile sınırlandırılmış Alman Ordusu’nda (Reichswehr) göreve devam etti.   

Naziler 1933 yılında iktidara gelince, Almanya hızla silahlanmaya başlayacaktı. Nitekim Alman diktatörü 1935 yılında Versay’ın tüm askeri kısıtlamalarını tanımayacağını açıklamıştı.

Kariyer basamaklarını hızla çıkan Manstein 1935 yılında yeni Alman Ordusu’nun (Wehrmacht) operasyonlardan sorumlu dairesinin kurmay başkanı oldu.

Manstein, Heinz Guderian’ın zırhlı birlikler, hava gücü ve diğer unsurların bir arada çalışarak düşman cephesinin en zayıf noktasına balyoz vuruşunu vurma prensibini temel olarak benimseyen “Yıldırım Savaşı” (Blitzkrieg) doktrinini benimsedi ve ordunun bu yeni doktrine göre savaşmasının operasyonel kavramsal temeline büyük katkıda bulundu.

Manstein, Almanya’nın sınırlı sanayi kapasitesinin ve yeni doğan zırhlı birliklerinin görece zayıflığının farkındaydı.

Bu neden ile düşman müstahkem sistemlerine panzer tümenleri yerine tareti olmayan, tank şasesi üzerine sabit eksene oturtulmuş topları olan üretimi daha ekonomik ve hızlı  “Hücum Topları” (Sturmgeschütze) kavramının fikir babası oldu. Böylece tanklar savunma sistemlerine taarruz etmek yerine, düşman cephesinin çok daha derinliklerine taarruz ederek, bu işi hücum toplarına bırakacaktı.  

Bu zırhlı araçlar, savaşta Almanya’nın en çok üretilen zırhlı araçları olacaktı.

İleride tam bir mühendislik harikası olarak üretilecek Alman Panther ve Tiger tanklarına göre, çok daha mütevazı ve ekonomik bir “hücum topu” olan StuG III (bu dönemde tamamen demode olan Panzer III şasisi üzerine tareti olmayan, sabit 75 mm.’lik topa sahipti); bu harika tanklardan çok daha fazla katkıda bulunacaktı.

Çünkü bu zırhlı araç aynı zamanda mükemmel bir tanksavar silahı idi; giderek sayıca üstün hale gelen Sovyet ve Anglo-Amerikan tanklarına dinamik bir savunma olanağı verecekti.

Manstein; II. Dünya Savaşı için yapılan planlarda bir Prusyalı olmasına rağmen, Polonya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı bir tampon devlet olarak muhafaza edilmesini savunuyordu ki I. Dünya Savaşı sonrasında Polonya Almanya, Rus ve Habsburg imparatorluklarının sınır bölgelerinden yeniden doğmuştu.

Bir Prusyalının Manstein gibi düşünmesi olağandışıydı, çünkü Alman çoğunluğun olduğu Batı Prusya’nın tamamı ve Pomeranya’nın bir kısmı 1919 yılında yeniden doğan Polonya’nın eline geçmişti.

Manstein’ın parlak kariyeri, 1938 Blomberg-Fritsch Olayı ile duraksadı. Naziler, yeni bir savaşa pek istekli olmayan savunma bakanı Mareşal Blomberg ile genelkurmay başkanı Orgeneral von Fritsch’i özel hayatları ile ilgili şantaj yaparak istifaya zorlayarak tasfiye etmişlerdi.

Her ikisi de 1937 sonunda Hitler’in ilk defa savaş ile ilgili düşüncelerini duydukları Hossbach Konferansı’nda tereddütlerini saklamamışlardı.

Böylece Naziler 1938 gibi oldukça geç bir tarihte orduyu tam kontrol eder hale gelmişti.      

II. Dünya Savaşı başladığı zaman, Manstein Polonya seferinde, von Rundstedt’in Güney Ordular Grubu’nun kurmay heyetinde korgeneral rütbesi ile görev yaptı. Sefere katkısı önemli oldu: Polonya ordularının Vistula Nehri’ne çekilemeden imha edilmelerini sağlayan planı oluşturmuştu.

Zekâsı ve çalışkanlığı takdir edilse de halen Wehrmacht hiyerarşisinin en üst katmanında değildi. Üstelik Naziler, sadakatinden emin olmadıkları veya parti üyesi olmayan aristokrat tavırlı Prusya kökenli generallere pek de sempati ile bakmıyordu.  

Polonya düştüğü zaman Almanların elinde, Fransa’da bulunan Fransız ve İngiliz ordu gruplarına karşı ellerindeki tek plan, I. Dünya Savaşı’nda başarısız olmuş Schlieffen Planı’nın modern bir versiyonu idi.

Batılı Müttefikler de aynı olasılığı hesaplamıştı: Almanların Belçika ve Hollanda üzerinden Kuzey Fransa’ya girecekleri kesin idi. Ne de olsa Almanların Fransa’nın sınırında on yıllar boyunca müthiş bir servet harcayarak inşa etmiş olduğu Maginot Hattı’na doğrudan taarruz edemeyeceği düşünülüyordu.  İngiliz ve Fransızların stratejisi, Hollanda ve Belçika’ya Alman taarruzu başladığında Benelüks Ülkeleri’ne hızla ordularını sevk ederek Almanları durdurmaktı. Ardından savaş statik bir hale dönüşecek ve Almanlar I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi İngiliz deniz ablukası altında ekonomik olarak çökecekti.

1940 gibi geç bir tarihte dahi Alman ve Müttefik genelkurmaylarının ne kadar geleneksel ve sabit fikirli oldukları şaşırtıcıydı.

Manstein, Guderian’ın doktrini ile örgütlenmiş Alman zırhlı birliklerinin Almanya-Lüksemburg-Fransa sınırlarında bulunan Ardennes ormanlarından hareket ederek, Belçika ve Hollanda’ya girecek Müttefik ordularının arkasına dolaşacağı bir plan hazırladı. Bu plana göre esas Alman vurucu gücü Ardennes’te toplanacak, Belçika ve Hollanda’ya girecek çok daha zayıf Alman orduları İngiliz ve Fransızları tuzağa çekmek için kullanılacaktı.

Manstein’ın planı Alman genelkurmayı tarafından aşırı riskli bulundu ve dönemin genelkurmay başkanı Franz Halder ve kara kuvvetleri komutanı von Brauchitsch, Manstein’ı Doğu Almanya’da bulunan bir kolorduya komutan olarak atayarak, ayakaltından çekmeye çalıştı.

Ne de olsa her ikisi de 1938’de Blomberg-Fritsch-Beck’in tasfiyesini örgütleyen Nazi komplosunda boşalan pozisyonları doldurmuşlar ve Manstein’ın kariyer rakibi olmuşlardı.

Manstein’ın planı, gerçekten de uygulanması zordu. Ardennes bölgesi tamamen ormanlıktı ve tanklar için uygun olmadığı varsayılıyordu. Sedan’dan yarma yapacak zırhlı birlikler Manş Denizi’ne doğru harekât yaparken güneybatı kanatları (Arras ve Amiens eksenleri) savunmasız kalacaktı. Üçüncü olarak da böyle bir geniş kapsamlı zırhlı harekât için lojistik nasıl sağlanacaktı? Dördüncü olarak İngiliz-Fransız orduları tank ve top olarak sayıca ve nitelik olarak daha üstündü.  

Ancak Hitler, planın varlığından haberdar olunca, Manstein’ı çağırtarak planın sunumunu yaptırdı. Planı sunum sonrası benimseyen Hitler, Halder’e uygulanması için talimat verecekti. Ancak Alman diktatörü Manstein’ın açıkça sergilediği zekâsını, klasik bir Prusyalı endamı ile sergilemesinden hiç hoşlanmamıştı.

Sunumdan sonra Hitler, Manstein hakkında “Kesinlikle zeki ve operasyonel yetenekleri olan bir kişi. Ama kendisine güvenmiyorum.” demişti.          

Manstein’ın planı ve Guderian’ın “Yıldırım Savaşı” doktrini birleştiren plan çok başarılı oldu. Fransa üç haftada düşecek, İngilizler zorlukla Dunkirk’ten ordularını İngiltere’ye tahliye edecekti. İngiliz ordusunu kurtaran yine Hitler olmuştu. Rommel’in ve Guderian’ın panzer gruplarını durdurarak İngilizlere inanılmaz bir fırsat vermişti.  

Sonuçta Almanlar, kendilerinden 1.5 kat daha fazla tanka, 2 kat daha fazla topa sahip, aynı sayıda askere sahip İngiliz-Fransız-Belçika ve Hollanda ordularını mağlup ederek, Fransa’yı tamamen teslim olmaya zorlamıştı.

Almanların sayısal ve nitelik olarak üstünlüğüne sahip tek gücü, hava kuvvetleri idi.

Başarının dayanakları; hava gücünün karadaki harekâtı yakından desteklemesi, zırhlı birliklerin bir ok ucu gibi bağımsız kullanılarak durmaksızın düşmanın cephenin gerisine doğru harekât yapabilme kabiliyetleri ve hava gücü-topçu-piyade ve zırhlı birlikler arasındaki mükemmel haberleşme ve uyum idi.

Fransa seferinde Alman tankları çoğunlukla Panzer I ve Panzer II gibi hafif tanklardan oluşuyordu. Bu tanklar ağır Fransız (Char B1 ve Somua S35) ve İngiliz (Matilda) tanklarının zırhını delmekte zorlanmasına rağmen, hava gücü desteği ve manevra yetenekleri ile başarılı olmuştu.

Ancak tüm faktörlerin ötesinde Manstein’ın planı Belçika’ya koşturan İngiliz-Fransız orduları ile daha güneyde Maginot hattını koruyan Fransız ordularının birleşim noktasından Yıldırım Savaşı’na yakışır bir şekilde sert bir vuruş ile (Schwehrpunkt) sayıca ve nitelik olarak üstün Müttefik ordularını bölerek mağlup etmişti.

Sedan’dan ileriye atılan dört panzer grubu Müttefikleri tam bir açmaza düşürmüştü. Bu panzer grupları güneybatıya doğrudan yönelip Amiens üzerinden Paris’e doğrudan ilerleyebilecekleri gibi, güneydoğuya bir yay şeklinde dönüp Maginot hattını arkadan vurabilirdi.

Veya üçüncü bir seçenek olarak Alman zırhlı birlikleri kuzeydoğuya doğru, giderek daralan bir yay çizerek, Flanders’deki İngiliz-Fransız ordularının arkasını kesip, Manş Denizi ile doğudan gelen Alman orduları arasında sıkıştırarak (ki esas plan bu idi) imha edebilirdi.

Böyle bir stratejik plana karşı savunma yapmak olanaksızdı. Almanlar, Guderian’ın doktrini ve Manstein’ın planı ile Müttefikleri üçlü bir açmaza oturtmuşlar ve savaşı kazanmışlardı.

 Almanlar Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne taarruz ettikleri zaman, Manstein, Baltık ülkeleri ve Leningrad ekseninde ilerleyecek olan Kuzey ordular grubunda yer alan 51. Panzer kolordusu komutanı olarak görev yaptı. Sert Sovyet direnişine ve sayısı giderek artan ağır Sovyet tanklarına rağmen Manstein’ın kolordusu Baltık bölgesini savunan Sovyet savunmasını bozdu. Ancak Leningrad’a ilerledikçe cephenin savunmacılar lehine daralması ve kritik tank birliklerinin komutasından alınması nedeni ile taarruzunun momentumu yavaşladı. Dno’da taarruz eden beş Sovyet tümenini, karşı taarruz ile kuşatması meşhur “backhand” vuruşlarının ilk örnekleri idi.

Manstein Eylül 1941’de Kırım’ı ele geçirmek üzere tam 2000 km. güneyde görev yapan 11. Ordu komutanı olarak atandı.  Kırım, Karadeniz’de batmaz bir uçak gemisi gibi, Almanların petrol kaynağı Romanya’daki Ploieşti Havzası ile Sovyetlerin enerji merkezi olan Kafkasya’nın tam ortasındaydı.

 Kırım; Almanlar için Ploieşti’nin hava taarruzlarına karşı korunması, Sovyet Karadeniz filosunun en önemli liman tesisinden mahrum bırakılması ve Kerch üzerinden Kafkasya’ya cephe açılması açısından çok kritik bir bölge idi. Aynı zamanda Kırım’ın kontrolü, Ukrayna’nın tahıl ve maden zenginliklerinin de kontrolü anlamına geliyordu. Ki Ukrayna Almanya’nın savaşı devam ettirebilmesi için kritik ekonomik kaynaklara sahipti.  

Manstein 1941 içinde Kırım’ın büyük bir kısmını ele geçirdi.

Ancak Sivastapol’ün devasa savunma sistemleri ve özellikle tam 5000 km2 alana 360 derece ateş açabilen Maxim Gorky bataryaları Sivastapol’ün düşmesini engelledi. Bir taraftan da Sivastapol, Karadeniz’e hâkim Sovyetler tarafından sürekli takviye edilirken, Kafkasya’dan deniz yolu ile yarımadanın doğusundaki Kerç bölgesinde Sovyet gücü artıyordu. Manstein ilk önce Kerç köprübaşına darbeyi vurarak, buradaki Sovyet ordularını dağıttı.

Daha sonra kuşatma altındaki Sivastapol’ün savunmasını kırmak için 2000 top ve 800 uçaktan oluşan bir güç yığıldı. Almanlar tüm savaş boyunca tek bir noktada toplayamayacakları bir topçu gücünü bu operasyon için toplamışlardı.  Manstein ele geçirilemez olarak bilinen Sivastapol’ü Temmuz 1942’de aldı ve mareşalliğe terfi etti.

Alman diktatörü, bu göz alıcı zafer üzerine, Manstein’ı bu kez 2500 km. kuzeye, kuşatılmış olan Leningrad’ı almak üzere görevlendirdi.

Almanlar Leningrad’ı 1942 yılında alabilecek bir güçte değildi: O fırsat 1941 sonbaharında Hitler’in sık sık yaptığı gibi hedef önceliğini ve silahlı kuvvetlerinin sıklet merkezini değiştirmesi ile elden kaçmıştı. Sovyetler kuşatmayı kırmak için ve kente yiyecek ve yakıt ulaştırmaya uğraşırken, Alman diktatörü oyuncak dükkânındaki cebinde parası olmayan bir çocuk gibi Leningrad’ı olmayan gücü ile almaya çalışıyordu.

Manstein, elindeki güçler ile Leningrad’ı alamayacağını hesaplamıştı. Lagoda Gölü üzerinden yürüyen şehri besleyen ikmal hattını kesmeye çalışırken acı bir haber aldı: Oğlu Gero Erich Slyvester von Manstein, Doğu Cephesi’nde hayatını kaybetmişti.

18 Kasım 1942’de Leningrad’dan tam 3,000 km. güneydoğuda Stalingrad şehri içinde savaşan Alman VI. ordusu ve IV Panzer ordusu mükemmel planlanmış bir Sovyet stratejik taarruzu ile kuşatıldı. Sovyetler iki aydan beri gizli gizli Stalingrad’ın batısı ile güneyinde Don Nehri üzerinde tuttukları iki köprübaşını gizli gizli yaklaşık 1.1 milyon asker, 800 tank, 13,500 top ve 1000’in üzerinde savaş uçağı ile takviye etmişlerdi.

 Stalingrad’da savaşan Almanların kanatlarını tutan müttefikleri Macar, İtalyan ve Romen orduları son derece zayıf ve moralsizdi. Sovyetler zahmetsizce Almanların kanatlarını tutan bu zayıf muhafazayı kırdı ve iki kıskaç Stalingrad’da savaşan Almanları kavradı.

Durum Almanlar için çok kritikti. Sovyetler Stalingrad’daki Alman ordusunu kuşattıkları gibi, Sovyet petrol ve enerji kaynaklarını ele geçirmek için nihai hedefi Bakü olan (ki Almanlar Grozy’e dahi ulaşamayacaktı)  dört Alman-Romen (Ordu Grubu A, yaklaşık 1,000,000 asker) ordusunun da arkasına dolaşarak kuşatmış olacaklardı. Mantıklı olan Almanlar için Stalingrad ve Kafkasya’dan derhal çekilmekti.

Alman diktatörü Stalingrad’da savaşan birliklerin çekilmesini yasakladı, Manstein’ı, Stalingrad’ı saran Sovyet kıskaçlarına karşı taarruzda bulunarak Stalingrad’ı kurtarma görevine getirdi.  

 “Kış Fırtınası” olarak isimlendirilen operasyonda Manstein’ın elinde yıpranmış 4 tank tümeni olmasına karşın, Sovyetler bölgede tam 11 zinde orduya sahipti. Aralık 1942’de başlayan operasyon Sovyetleri şaşırtarak, ağır kayıplar verdirmiş ve Stalingrad’a 60 km. kadar yaklaşabilmişti. Öyle ki Manstein’ın birlikleri artık Stalingrad’daki çatışmalarında namlulardan çıkan alevleri görüyordu. Ama Manstein kanatlarına karşı başlayan muazzam Sovyet taarruzları ile geri çekilmek zorunda kaldı. Çekilmeseydi kendisi de bir cep içinde kuşatılacaktı.

Artık Stalingrad’da savaşan Almanların kaderi belli olmuştu. Stalingrad’da savaşan 300,000 Alman askerinden kalan 90,000’i 2 Şubat 1943’de teslim olacaktı. Esir düşenlerden sadece 9000’i savaş sonrası Almanya’ya geri dönebilecekti.

Artık Almanlar için mesele Stalingrad değildi: Kafkasya’dan acele ile çekilmeye çalışan 4 Alman-Romen ordusu kapandan çıkabilmeleri için tek umutları, 500 km. kuzeybatıda yer alan Rostov’a Sovyetler’den önce ulaşmaktı. Hitler Kafkasya’nın tahliye edilmesi konusunda da çok geç karar vermişti. 

Oysaki Sovyet tankları artık Rostov’un 50 km. yakınındaydı.  Ve Manstein’ın komuta ettiği Güney Ordular grubunun Rostov ile Sovyet tank orduları arasına koyabileceği tek güç B Ordular Grubu’ndan kalan derleme toplama birliklerdi. Sovyetler, bu cephede asker sayısında 1:4, tank sayısında 1:7 gibi bir üstünlüğe sahipti.  Ayrıca Sovyet hava güçleri bölgede hakimiyeti ele geçirmişti.   

Rostov’daki kapan kapanırsa sadece 1,000,000 Alman askeri tüm donanımları ile kuşatılmakla kalmayacak, Kiev’e kadar tüm Alman Güney Cephesi çökecek, bu da tüm Doğu Cephesi’nde tamamen domino taşlarının durulamaz bir şekilde devrilmesi sonucunu getirecekti. Bu da savaşın yaklaşık 1.5 yıl erken bitmesi demekti.

Manstein’ın ismi, Fransa’yı düşüren, İngilizleri perişan olarak Dunkirk’ten çekilmeye zorlayan plan ile parlamıştı. Kırım Savaşı ve Sivastapol Manstein’ı Alman ordusunun en üst kademelerine taşımıştı. Manstein’ı bir strtejisyen olarak benzersiz kılan ise. 1943-1944 yıllarında sayısal olarak ezici üstünlüğe sahip olan ve nitelik olarak da Almanlara yetişmek üzere olan Sovyetler’i “esnek savunma doktrini” ile zor duruma düşürdüğü “backhand” stratejisi olacaktı.

Bu stratejiyi ve yaşanmış olan olağanüstü olayları yazının ikinci bölümünde anlatacağım. 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!