Çok Kutuplu Dünyanın Yeniden Doğuşu

Burak Köylüoğlu

 

Gündemde The Economist’ten, Financial Times’a kadar pek çok saygı değer yayın kuruluşunda yeni bir soğuk savaş dönemine benzer bir döneme girdiğimizi anlatan okuması keyifli pek çok makale yayınlandı. Ne de olsa dünyanın gündeminde ekonomik korumacılık, ticaret savaşları, Suriye ve Yemen gibi bölgesel görünümlü çatışmalar var.

Bütün bu gelişmeler ABD’nin popülist ama aynı zamanda belli bir ticari zekâya sahip başkanı olan Donald Trump’ın, ABD’yi dünyada yeniden konumlandırma çabası ile birleşince ortaya, anlaması kolay olmayan yeni bir dünya düzeni çıkıyor.

İnsanlık tarihi belli ölçüde kendini tekrar eden döngülere sahiptir. Bu döngüler modern insanlık tarihinin başladığını kabul ettiğimiz Fransız Devriminden beri baş döndürücü bir şekilde tekrar etse de, niteliği zaman akışı ile değişmektedir.

Konuya tanımlardan başlayalım.

Soğuk Savaş, 1944-1989

Soğuk Savaş tanımı genel anlamda II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği (ve egemenlik sahası içindeki Doğu Avrupa’daki sosyalist devletler) ile ABD önderliğindeki Batı dünyası arasındaki diplomatik, ekonomik, politik ve yer yer bölgesel (proxy wars) çatışmaların yaşandığı bir dönemdir. Soğuk savaşın ne zaman başlamış olduğu konusunda pek çok tez vardır. Politik bilimciler genel olarak Çekoslovakya’da Şubat 1948 tarihinde gerçekleşen komünist darbesinin yaratmış olduğu şok ile başlayan gerilimin Soğuk Savaşın başlangıcı olduğunu kabul ederler. Oysaki Sovyetler Birliği ile Batı dünyası arasındaki derin anlaşmazlık, daha II. Dünya Savaşı’nda beraber müttefik olarak Almanya önderliğindeki Mihver Devletlerine (Axis Countries) karşı savaşırken başlamıştır. Ne zaman ki, Alman taarruzları Kuzey Afrika’da ve Rusya’da durdurulup; Almanlar karşı taarruzlar ile geri atıldıkça, bu anlaşmazlığın boyutu savaşın son safhalarında daha da büyümüştür. Bu artan anlaşmazlığa verilebilecek en güzel örnek; Şubat 1945 tarihinde Sovyetler Vistula-Oder Stratejik Taarruzu ile Berlin’in 40 km. yakınına kadar gelmelerine rağmen; Stalin Berlin’e yapılacak taarruzu erteleyerek yeni Sovyet stratejik taarruzunu Alman işgal altındaki Kuzey Macaristan, Avusturya ve Çekoslovakya ekseninde yapılmasını istemiştir. Ne de olsa savaşın bu aşamasında İngiliz-Amerikan Orduları Berlin’den daha 650 km. uzaktadır ve Stalin savaş sonrası masaya daha güçlü oturmak istemektedir.

Stalin’in amacı savaş sonrasında, Orta ve Doğu Avrupa’da Sovyet etki sahasını kurmaktır. Berlin’e olan taarruz, bu nedenden dolayı iki ay sonra Nisan 1945’de başlayacaktır.

II. Dünya Savaşı bitiminden hemen sonra, Sovyet Ordularının girdiği Doğu Avrupa Ülkelerinde komünist rejimler kurulması (1945-1948), Çin İç savaşı (1945-1949) tek demokratik Doğu Avrupa Devleti olan Çekoslovakya’daki darbe (1948), Sovyetlerin Berlin’i ablukaya alması (1948-1949), Kore Savaşı (1950-1953) Soğuk Savaşın hızla tırmandığını gösteren işaretlerdir.

Soğuk Savaş, Batı Bloku’nun Sovyetler Birliği ve müttefiklerini coğrafi, ekonomik, politik olarak kuşatmaya ve izole etmeye çalışması ile devam etmiştir. 1945 yılından itibaren başlayan nükleer silah yarışı, sıcak bir çatışmanın bir anda insanoğluna büyük bir yıkım getirecek bir büyük savaşa evrilme riski getirmesi ile tarafların Soğuk Savaşı kontrollü bir şekilde yürütmesini sağlamıştır

Soğuk Savaşın kontrolden çıkabilecek en önemli krizi şüphesiz olarak 1962 Küba Füze Krizidir. Bu kriz, Amerikalıların Türkiye’ye ve İtalya’ya yerleştirmiş olduğu kısa menzilli nükleer füzelere karşılık olarak; Sovyetler Birliği’nin Küba’ya kısa menzilli nükleer füzeler yerleştirmesi sonucu çıkmıştır. Günümüzde Hollywood’un fazlaca parlatmış olduğu genç (ve deneyimsiz) ABD Başkanı John F. Kennedy’nin hesapsızca temelini attığı krizin tırmanması ve diplomasinin araçları kenara itilerek krizin bir Texas Hold’em poker oyunu gibi yönetilmesi; dünyayı III. Dünya Savaşına yaklaştıran en önemli krizdir. Krizin doruk noktasında ABD ültimatomuna rağmen, ilave füzeler taşıyan Sovyet savaş gemileri Küba sularına girseydi ne olurdu? Bu sorunun yanıtı ürperticidir.

Soğuk Savaş’ın dönüm noktalarından biri olan Vietnam Savaşı ise ABD’nin kendi kendini düşürmüş olduğu bir tuzak olmuştur. Bölgesel kalan ama ekonomik ve sosyal anlamda oldukça yıpratıcı olan bu savaş; ABD’nin kaynaklarını önemli ölçüde emmiş; dünün mağlup ülkeleri Batı Almanya ve Japonya bu dönemde nispi ekonomik güçlerini arttırabilerek muazzam dış ticaret fazlaları vermiştir. Nitekim 1971’de savaşın ABD ekonomisine etkisi ve özellikle Japonya ve Batı Almanya’nın yüksek cari fazlaları; 1944’de temeli atılmış olan Bretton Woods ekonomik sisteminin sonunu getirmiştir. 1971 yılında “Nixon Shock” olarak bilinen, ABD Dolarının altın çıpasını atarak, serbest kur sistemine geçmesi bir milat olacaktır. Nixon Yönetimi; ABD Dolarını serbest kur rejimine geçirerek, Vietnam Savaşı’ndan ABD’yi çekerek ve Çin ile yumuşama ve karşılıklı anlayış diplomasisini başlatarak çok önemli işler yapmıştır. Ne var ki, Nixon’ın iç politikada yaptığı hatalar, “Watergate” skandalı ile ifşa olacak ve istifasına yol açacaktır.

Batı Bloğunun en büyük gücü hata ve zayıflıklarından ders alarak, kurduğu sistemleri değiştirme ve ileriye gitme prensibidir. Sovyetler Birliği ise, bu esnekliğe ideolojik anlamda sahip olmadığı gibi, ekonomik anlamda halen Rus İç Savaşı’nın (1918-1922) ve II. Dünya Savaşı’nın (1939-1945) neden olduğu büyük yıkımların travmasını taşımaktaydı.

Bu travma, Soğuk Savaş mücadelesinin getirdiği yükler ile birleşince Sovyet Ekonomisi daha 1960’lı yıllardan itibaren için için duraklamaya ve daha sonra çökmeye başlamıştır. Bu çöküş Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar (1991) devam edecektir.

Bugünkü Dünya Düzeni: Çok Kutuplu Dünyanın Yeniden Doğumu

Soğuk savaşın tanımını yukarıda yaptıktan sonra, bugünün dünyasına bakalım. ABD, 1990 yılında Soğuk Savaş bitiminden sonra tartışmasız olarak tek süper gücüdür. 1990’daki ABD’nin diplomatik, ekonomik, siyasi ve askeri anlamdaki üstünlüğü; 1815’de Napolyon Savaşları’ndan muzaffer çıkmış olan Britanya İmparatorluğu’nun konumuna çok benzemektedir.

Ancak şartlar 2010’lu yılların sonuna geldiğimizde daha farklıdır. Aşağıdaki ekonomik dengeler bize çok kutuplu bir dünyanın işaretini veriyor.

Kaynak: Dünya Bankası

Türkiye’nin rakamlarını sadece bilgi için verdim. Türkiye’nin GYSH büyüklüğünün küresel boyuta oranı sadece %1.1’dir. Türkiye’nin (Osmanlı İmparatorluğu) bütün yazılan çizilen hikayelere rağmen küresel büyük oyuncu olarak rolü daha 17. yüzyılın sonunda sona ermiş idi.

2017 GSYH rakamları küresel ölçekte ve ülke bazlı olarak Mart-Nisan 2018’de yayınlanacak olup, tablomu bu rakamlar ile daha sonra güncelleyeceğim.

Bu basit tablo; küreselleşmeden en büyük faydayı gören iki ülkenin ABD ve Çin olduğunu gösteriyor. Çin, 1990’da kalabalık ve nispeten önemsiz bir ülke iken; 2000’li yıllarda dünyanın en önemli üretim merkezlerinden biri haline gelmiştir.

ABD ise 1990 yılından sonra dünyanın ekonomik, askeri ve diplomatik kurallarını bir kez daha yazdığı için küreselleşmeden karlı çıkan ikinci büyük güçtür. ABD’nin 2008 Küresel Ekonomik Krizinin deprem üssü olmasına rağmen bu dönemdeki performansı oldukça göz alıcıdır.

ABD’yi bu anlamda eşsiz kılan nedir? ABD 1944’da daha II. Dünya Savaşı devam ederken Bretton Woods Sistemini kurmuş, 1971’de ise sistemi yıkarak ABD Dolarının serbestçe dalgalanmasının önünü açmıştır. 1990-1991’de ise ABD küreselleşmenin kurgusunu Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization) aracılığı ile yazmış olmasıdır.

Ancak küreselleşmenin Almanya hariç Batı Dünyasına getirdiği bir sorun vardır. O da cari denge (current account balance) sorunu.

Kaynak: IMF

İşte bu eğilim, bugünkü ticaret savaşı uvertürlerinin temel nedenidir. Gerçi Trump’ın ithal edilen çelik ve alüminyuma gümrük tarifesi getiren hamlesi ticaret savaşlarının başlangıcı olarak kabul edilse de, bu ürünlerin hacminin toplam ABD ithalatı içindeki payı pek fazla değildir. Temel mesele artık ABD açısından verilecek cari açığın bir dengeye ulaşması gereğidir:

Kaynak: IMF

Trump yönetiminin, sık sık Almanya, Japonya ve Çin hakkında “adil olmayan ticaret ortaklarımız” şeklindeki nitelendirmesinin sebebi yukarıdaki tablodur.

AB’nin, Brexit’e rağmen, ekonomik gelişim eğilimleri bundan sonrası için daha parlak görünmektedir. 2008 Küresel Ekonomik Krizin en sert vurduğu ekonomik blok olan AB, İtalya ve İspanya gibi büyük sıklet oyuncularını stabilize ettiği gibi birliğin müflis ülkesi olan Yunanistan’ı da toparlamıştır. ABD ve Çin gibi ağır sıkletlere karşı, Almanya ve Fransa için 75 trilyon USD büyüklüğüne ulaşmış olan küresel ekonomideki nispi güçlerini muhafaza etmek için AB’nin sağlıklı işlemesinin ne kadar önemli olduğu son derece açıktır.

İngiltere ise Brexit sonrasında AB’nin durağan ve bürokratik yapısından çıkıp, çok daha esnek siyasi ve ekonomik bir sistem kurmak niyetindedir. İngilizlerin ana stratejisi; ABD, AB, Commonwealth ve diğer ülkeler ile özel ekonomik ve siyasi anlaşmalar yaparak, anahtar bir güç haline gelmek üzerine kuruludur. Trump Yönetiminin bütün gaflarına rağmen, İngiltere önümüzdeki yıllarda diğer iki önemli Commonwealth üyesi olan Kanada ve Avusturalya ile beraber, ABD’nin en önemli stratejik ortakları olmaya devam edecektir.

Japonya ise küreselleşmenin görünürde kaybedenleri kulübündedir. 1989-1990 Ekonomik Krizi Japonya’yı çok kötü vurduğu gibi yaklaşık 25 yıllık bir duraklamaya sebep olmuştur. Ancak Almanya ve gelişmiş Batı Ülkeleri gibi Japonya’nın da cebinde bundan sonraki ekonomik eğilimleri değiştirecek önemli bir kart vardır. Artık çokça konuşulan ve biraz da üzerinde tartışma enflasyonu yaratılan Endüstri 4.0 kavramı, ucuz iş gücü ile üretim yapan ülkelere karşı, Batı dünyasının yanıtı olacaktır.

Rusya ise muazzam bir silahlı güce sahip olmasına rağmen, aslında Latin Amerika Ülkelerine benzer bir ekonomik yapıya sahiptir. Ülkenin yarattığı bütün katma değer neredeyse hammadde ürünleri ihracatına bağlıdır. Rusya bugün Suriye’de, Kafkasya’da, Ukrayna’da Batı’ya kafa tutar gibi gözükse de; ekonomisi ancak sınırlı askeri operasyonlar yapabilecek güçtedir. Nitekim Rusya’nın gücü Ukrayna’nın tamamen kopmasını engelleyemediği gibi; bu krizdeki başarısı ancak Doğu Ukrayna’da sınırlı bir şeritte kendisine sempati duyan güçlerin egemen olmasını sağlayabilmek ve Rus nüfusun baskın bir çoğunlukta olduğu Kırım’ı ilhak etmek olmuştur. Suriye’de ise Esad rejiminin hayatta kalabilmesini sağlayabilmiş ve rejimin kontrolündeki alanda kendisine “uydu” bir devlet yaratabilmiştir. Rusya’nın nefesi

Batı ile uzun sürebilecek bir yeni “Soğuk Savaşa” yetmeyecektir.

Kaynak: Forbes/Statista

Yukarıdaki grafik, ABD’nin sadece 2016 yılı askeri harcamalarda dahi ne kadar ileride olduğunu göstermektedir. Bir de yıllara yaygın askeri harcamaları analiz edersek, neden ABD’nin en yakın rakibine göre askeri teknolojide iki kuşak ileride olduğu anlaşılır.

Büyük güçlerin askeri harcamalarının GSYH’ye oranlarına baktığımız zaman, Rusya’nınki hariç, teknik olarak dünyanın tam bir barış döneminde olduğunu görüyoruz. ABD’nin 1960’lardaki askeri harcamaları GSYH’nin %8’i idi. II. Dünya Savaşında ise bu oran %50’leri bulmuştu!

Kaynak: Dünya Bankası

Bu dünya düzeni; yerel savaşlar, diplomatik anlaşmazlıklar, uluslararası ticarette çatışmalar gibi pek çok soruna rağmen henüz bir soğuk savaş gölgesi altında değildir.

Ancak Batı dünyasının kurulu düzeninin içinde dev bir Çin gerçeği doğmuştur. Bugün ABD, Çin ve Avrupa Birliği (Almanya ve Fransa’nın liderliğinde) çok kutuplu dünyanın süper güçleridir. Batı Blokunu oluşturan ABD, AB, İngiltere ve Commonwealth Ülkeleri halen mevcut sistem içinde ezici bir güce sahiptir. Ancak var olan düzenin içinde uluslararası tüm dengeleri bozan bir gerçeği göz ardı etmemek gerekir. Çin 2000’li yıllarda yeniden doğmuş ve neredeyse 20 yıl içinde önemli bir sıklet merkezi haline gelmiştir.

Aynı Birleşik Almanya’nın 1871’de doğup, 20. yüzyılın başında çok kutuplu dünyanın en önemli aktörlerinden biri haline geldiği gibi…

Burak Köylüoğlu

 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!