Son yazımı yazdığımda Türkiye’nin GSYH rakamı açıklanmamıştı. Ancak iş gücüne katılım oranı, işsizlik oranı, enerji tüketimi, sanayi üretim endeksi, kredi büyümesi, dış ticaret açığı ve cari açık gibi değişkenlerdeki sonuçlar ile 2018 son çeyreğinde Türkiye’nin yaklaşık %4 düzeyinde küçüldüğünü tahmin etmiştim. Her ne kadar yukarıda belirtmiş olduğum değişkenlerin GSYH değişimi ile korelasyonu TÜİK’in yöntem değişikliği sonrasında gerilemiş olsa da öngörüm yaklaşık olarak tutmuş oldu.
GSYH rakamları açıklandığı zaman, tartışmalar da başladı. Ortalama döviz kuru uygulamasındaki fark, ölçüm yöntemindeki belirsizlik, bir önceki ölçüm yöntemi ile serilerin yayınlanmıyor olması bu tartışmaların odak noktası oldu.
Kişisel görüşüm, TÜİK’in iyi niyet ile bu verileri üretmeye çalıştığı yönünde. Diğer yandan da yukarıda belirtmiş olduğum, ekonominin temel değişkenleri ile GSYH eğilimi arasındaki korelasyon zayıflamasını da gözümün ucundan ayırmıyorum.
Asıl problem GSYH/GDP kavramının içinde yer alıyor. Bu kavramı tartışmak ve yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
Şu ana kadar ülkemizin anlı şanlı iktisatçıları, değerli istisnalar dışında (Dr. Mahfi Eğilmez, Atilla Yeşilada ve Prof. Dr. Korkut Boratav), GSYH kavramındaki temel zayıflıklarını ve kavramsal anlamdaki bu zayıflıkların Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki ölçümlerdeki etkisini tartışmadı.
Bu yazımda daha geniş perspektiften GSYH kavramını analiz edeceğim.
Gayrısafi Yurtiçi Hasıla (Gross Domestic Product) kavramının gelişimi
Modern GSYH kavramı, 1929 Büyük Buhranı sonrasında ABD ekonomisinde yaratılan katma değeri ve çıktı değişimini ölçümlemek amacı ile, ABD’li ekonomist Simon Kuznets tarafından geliştirilmiştir. Kuznets ’in modelini yorumlayan John Maynard Keynes, modeli II. Dünya Savaşının en karanlık günlerinde İngiltere’nin ne kadar miktarda tank, top, uçak, savaş gemisi ve hafif silah üretme kapasitesini saptamak üzere kullanılmasını sağladı.
Savaş sonrasında ülkelerin milli geliri uluslararası düzeyde IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, OECD gibi kurumlar bünyesinde karşılaştırılmaya başlandı. Milli gelir hesapları bu dönemde ağırlıklı olarak gayri safi milli hasıla (GSMH) üzerinden değerlendirilmeye başlandı. GSMH (GNP, gross national product) bir ülkenin gerçek ve tüzel kişilerinin ülke içinde ve dışında yarattığı toplam ekonomik büyüklüğü hesaplamaktadır.
Uluslararası ticaret hacmi genişledikçe ve sermayenin dolaşımı serbest hale geldikçe, bir ülkenin ekonomik çıktısını GSMH ile ölçmek anlamsız hale geldi. Ülke sınırları üzerinde yaratılan ekonomik büyüklüğü ölçen gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH, gross domestic product, GDP) kavramı öne çıktı.
GSMH (GNP) bir ülkenin gerçek ve tüzel kişiliklerinin ülke içi ve dışındaki toplam çıktısını hesaplarken, GSYH (GDP) kaynağının yerli ya da yabancı olduğuna bakılmadan, söz konusu ülke içinde yaratılan toplam ekonomik büyüklüğü ölçmektedir.
Ülkelerin gelir hesapları konusunu anlatırken, ünlü İngiliz ekonomist Angus Maddison’un çalışmalarından bahsetmemek bu büyük bilim insanına haksızlık olacaktır. Angus Maddison, neredeyse hayatını adamış olduğu milli gelir hesapları ile M.S. 1 yılından itibaren çeşitli ulusların milli gelirlerini tahmin etmiştir. Bu çalışmanın 2018 yılındaki güncellenmiş şekline https://www.rug.nl/ggdc/historicaldevelopment/maddison/ ulaşabilirsiniz. Tarih ve ülkelerin karşılaştırmalı ekonomik büyüklükleri konularında meraklı olanlar eminim ki bu önemli kaynaktan faydalanacaktır.
GSYH (GDP) kavramının eleştirisi
GSYH kavramına yöneltilebilecek en önemli eleştiri, bu kavramın ülkenin gerçek refahını ölçmemesidir. Bir ülkenin GSYH’sinin büyüklüğü ile ülkenin gelişmişlik düzeyi farklı değişkenlerdir. Bu farka verilebilecek en güzel örnek, dünyanın 19. büyük ekonomisi olan Suudi Arabistan’dır. Ülke, 684 milyar USD GSYH (2017) ile G20 içinde yer almasına rağmen, insan ve kadın hakları açısından bir Orta Çağ krallığı kimliğindedir. Örneğin İsveç Krallığı GSYH sıralamasında 538 milyar USD ile 24. sırada yer alırken, bu ülkeyi insani gelişmişlik anlamında Suudi Arabistan ile karşılaştırmak olanaklı değildir.
Milli gelir hesaplarının niteliksel kavramları ölçmekte yetersiz kalmasını en güzel açıklayan kişilerden biri de eski ABD Başkanı John F. Kennedy’nin kardeşi, Robert F. Kennedy’dir. Robert F. Kennedy, 1968 yılında ABD başkan adayı olarak konuşmasında şu cümleleri kullanmıştır:
“GSMH; edebiyatımızın güzelliğini, evliliklerimizin mutluluğunu ve sağlamlığını, çocuklarımızın ne kadar sağlıklı olduğunu ve aldıkları kaliteli eğitimin derecesini, toplumsal konularda olgun, akılcı ve serbest bir şekilde tartışma geleneğimizi ve kamu yöneticilerimizin dürüstlüğünü ölçemez.”
GDP kavramına bir başka eleştiri de Nobel ödüllü ünlü ekonomist Joseph Stiglitz ’den gelmiştir. Stiglitz, ülke yöneticilerinin GSYH’yi arttırmak yerine ekonomide yaratılan değerin daha doğru paylaşımına öncelik vermesi gerektiğini savunmaktadır. Bu anlamda Stiglitz, politikacıların GSYH büyüklüğüne ve büyümesine olan saplantısını, bir cins ekonomik “fetişizme” benzetmiş, şu unutulmaz sözleri söylemiştir:
“2009 yılını dışarıda bırakırsak, ABD’nin her yıl GSYH’si düzenli olarak artmıştır. Bu artışa rağmen birçok Amerikan vatandaşı 35 yıl öncesine göre ekonomik anlamda daha kötü durumdadır. Büyümenin sağlamış olduğu çoğu fayda üst gelir segmentine giderken, düşük gelir segmentindeki reel gelirler 60 yıl önceki gelirlerden daha geridedir.”
GSYH konusundaki bir başka eleştiri noktası da ülke üzerinde yaratılan birçok katma değer çeşidinin tam hesaplanamaması veya hesaplanmamasıdır. Mesela Türkiye ve Latin Amerika Ülkelerinde kadınların iş gücüne katılımı düşüktür ve evde çalışırlar. Evde çalışan kadınların yaptıkları ev işleri, çocuk bakımı, ütü, temizlik gibi ürettikleri katma değer GSYH kavramına katılmaz. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Varsayalım ki kadınların iş gücüne olan katılımının çok yüksek olduğu ülkelerde çalışan kadınlar bu hizmetleri bedeli karşılığında özel sektörden almış olsalardı, bu kurumlara yapılan ödemeler GSYH hesabına dahil olacak idi.
Nobel ödüllü ekonomist Paul Samuelson’ın (1915-2009) aklıma geldikçe güldüren bir sözü vardır:
“Bir adam hizmetçisi ile evlenir ise, bu evlilik ile ülkenin milli geliri azalır!”.
GSYH ve kişi başı GSYH kavramları özellikle yoğun nüfus hareketleri olan ülkelerde önemli sapmalar gösterir. Bu sapmalar ölçüm ve değerlendirme aşamasında giderilmediği zaman ortaya garip durumlar çıkar.
Bu konudaki örneği de Türkiye’den ülkemizden verelim: Ülkemizde sayısı tam belli olmayan milyonlarca göçmen barınıyor. Bu göçmenlerin tamamına yakını kayıt dışı olarak çalışıyor veya kayıt dışı olarak işletmecilik yapıyor. Bu anlamda göçmenlerin ülke sınırları içinde yarattığı katma değer, üretilen ürün ve hizmetlerin içine giriyor. Göçmenlerin de yaptıkları harcamalar resmi olduğu için milli gelir hesaplarına giriyor. Bu durumda sorun kişi başı GSYH hesabında. GSYH hesabında yani pay kısmında göçmenlerin yaratmış olduğu katma değer yer alırken, payda bölümünde yani toplam kişi sayısı tarafında göçmenlerin varlığı sihirli bir şekilde yok oluyor. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin gerçek kişi başı GSYH’si, göçmenler de hesabın içine katılınca daha düşük gerçekleşiyor.
GSYH kavramının eleştirisinde biraz daha teknik ayrıntıya inelim…
Ekonomik kriz dönemlerinde finansal sektörün GSYH’ye olan yanıltıcı bir şekilde katkısı artar. Ekonomik krizlerde riskler arttığı için kredilerin net faiz marjı artar. Bankalar ekonomik krizin risklerini arttırması ile beraber net faiz makasını açar. Net faiz makası açılınca ödenmeyen kredilerin oranı da artar. Ödenmeyen krediler canlı olarak finansal sektör bilançosunda gösterildiği zaman, bu kredilere yürütülen yüksek faiz tutarları bankaların gelirlerine ve milli gelir hesaplarına girer.
GSYH’nin en önemli eksiklerinden biri de yıpranma ve amortismanı hesaba katmamasıdır. Yatırım malları üretmeyen ama başka ülkelerden makine ve ekipman alıp, yine ithal ettiği hammaddeleri ürün haline getiren bir ülke düşünün. Bu ülkenin hammadde ithalatı her yıl milli gelir hesaplarına yansır iken, sanayi envanterindeki yıpranma hesaba ancak makine parkı yenilendikçe yansıyacaktır.
Aslında pek çok gelişmekte olan ülkenin kişi başı GSYH’sinin bir noktadan sonra artamamasının nedeni budur. Ekonomistler bu çelişkiye orta gelir tuzağı tanımını yakıştırmıştır. Orta gelir tuzağının en önemli nedenlerinden biri de gelişmekte olan ülkelerin üretim faktörleri içinde yer alan yatırım malları ve teknolojik araçları üretemeyerek, bu ürünleri yurtdışından alması ve bu ürünlerin amortisman ve yıpranma paylarının ileride oluşacak GSYH’yi negatif olarak etkilemesidir.
Son 30 yılda Güney Kore dışında hiçbir gelişmekte olan ülkenin gelişmiş ülke sınıfına yükselememesinin nedenlerinden biri de budur. Türkiye’nin de son 30 yıllık ekonomik hikayesinde bu etki hissedilmektedir. Türk sanayii istisnalar hariç olarak hammadde ile yatırım malları üreticilerine farkında olmadan yaratmış olduğu katma değeri transfer etmiştir.
Endüstri 4.0 ve bilişim devriminin ikinci safhasının etkilerini gördüğümüz zaman, gelişmiş ülkeler ile diğer ülkelerin arasındaki uçurumunun daha da büyüyecek olmasının ardında yine bu gerçek yatmaktadır.
Çin’in yatırım malları ve üretim teknolojilerine müthiş ölçekte her türlü kaynağı ayırmasının temel nedeni de bu temel gerçeği kavramış olmasıdır.
Gelelim büyük ölçekli yatırım projelerine ve bunların GSYH’ye olan etkilerine…
Bu projeler tamamlanana kadar, yapılan yatırımlar o dönemde milli gelir hesaplarını büyütecektir. Projelerin ekonomik faydaları yatırım maliyetlerinden daha yüksek ise, bu projeler gelecek dönemlerde de ülkenin GSYH’sinin büyümesine ek katkı sağlayacaktır.
Tersi de geçerlidir. Ekonomik faydası şüpheli büyük projeler yatırım tamamlanana kadar, ülke GSYH’sine pozitif katkıda bulunacaktır. Bu projelerin gelecekteki etkisi ülke GSYH’sine negatif olacaktır.
Diğer bir deyiş ile bu şekilde tasarlanmış bir büyük proje, ülkenin gelecek yıllarda yaratacağı katma değeri yükseltmeyecek, tam tersine bir ekonomik dışsallık (economic externality) yaratacaktır.Örnek vermek gerekirse, Osman Gazi Köprüsü’nün Türkiye’nin ilerideki GSYH hesaplarına etkisinin pozitif olmayacağı rahatlıkla iddia edilebilir.
GSYH hesabında Türkiye’ye özel başka bir konu da vergi afları ile yaratılan stokların milli gelir hesaplarına nasıl yansıdığıdır. Bilindiği üzere son vergi afları ile KDV’sini ödemiş olan kurumlarda yeni kaydi stoklar oluşmuş idi.
GSYH meselesi tartışması ve üzerinde düşünülmesi keyifli bir konudur. Mesela Türkiye’de bilenin de bilmeyenin de eleştirdiği inşaat sektöründen bir örnek üretelim. Varsayalım ki 2018 yılında 50 milyar USD’lık bir fonu bilimsel bir şekilde yapılan bir kentsel dönüşüm projesine harcadık. Veya aynı fonu içi dolmayacak olan AVM’lerin yapımına veya lüks konut diye satılmaya çalışılan sosyal konutların inşaatına tahsis ettik. Elli milyar USD tutarında harcamanın 2018 GSYH hesabına etkisi her iki senaryoda da aynı olacaktır. Robert F. Kennedy 1968’deki konuşmasında acı bir şekilde “Vietnam’a atılan napalm bombalarının veya Sovyetler Birliği’ni iki defa yeryüzünden silecek nükleer silahların üretiminin de GSMH hesabına girdiğini belirtmişti. Ne var ki Robert Kennedy bu önemli fikirlerini ABD başkanı olarak hayata geçiremedi. Ağabeyi ile aynı trajik kaderi paylaştı.
Bu örneklerin tersini de vererek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayalım. Örneğin 1970’li ve 1980’li yıllarda ABD’nin kaya gazı (shale gas) çıkarma teknolojisine yapmış olduğu yatırımın o dönemde GSYH hesabına etkisi ile bu yatırımın 2000’li ve 2010’lu yıllardaki katkısı karşılaştırılabilir değildir.
GSYH değerinin ölçümlenmesindeki istatistiksel zorluklara, kullanılan yöntemlerin zayıflıklarına ve sonuçlarda sapmalara rağmen, halen GSYH hesabının alternatif yoktur. Ortaya konulabilecek tek alternatif Stiglitz’în de ısrarla belirttiği gibi çeşitli ekonomik ve insani göstergelerden oluşan bir gösterge paneli (dashboard) yaratmaktır.
Bu yazımı IMF Başkanı Christine Lagarde’ın sözü ile bitirmek isterim:
“We need to change the way we look at the economy. There are lots of things that we don’t measure well”
“Ekonomiye bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. İyi ölçemediğimiz pek çok değişken var.”
Bu yazımı beğendiyseniz ve paylaşmak isterseniz, kaynak belirtmeniz yeterlidir.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.