Küresel Düzende Yükselen Siyah Kuğular

Burak Köylüoğlu

 

 

Meşhur istatistikçi, ekonomist, risk analisti ve filozof Nassim Nicholas Taleb; 2007 yılında Siyah Kuğu (The Black Swan) isimli eserini yayınladığında büyük bir şöhrete kavuşmuştu.

Taleb, kitabında çoğunlukla göz ardı edilen veya düşük gerçekleşme olasılığına sahip olduğu düşünülen değişkenlerin bileşik bir etki ile muazzam olay ve değişimlere yol açabildiğini ve bu değişimlerin de uygarlık tarihini biçimlendirdiğini iddia ediyordu.

Siyah kuğu olarak adlandırılan bu parametreler bir araya geldiği zaman değişim rastlantısal vakaların gerçekleşmesi ile tetiklenebilir. Daha sonra, bu değişimin aslında öngörülebilir olduğuna dair yorum ve değerlendirmeler yapılır. Post-Hoc olarak yapılan bu değerlendirmeler çoğunlukla; öngörü eksikliğinin ve başarısız modellerin örtülmesine yarar. Ekonomik krizleri öngöremeyen iktisatçıların her krizden sonra krizin nasıl oluştuğunu yazıp, çizmeleri hangi siyah kuğuları gözden kaçırdıklarının itirafnamesidir.

Taleb; dinlerin doğumu, Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı, Reform hareketi, sanayi devrimleri, dünya savaşları, 1929 ve 2008 ekonomik krizleri gibi pek çok önemli kırılma noktasının öngörülememesini siyah kuğuların varlığına bağlar.

Taleb’e göre; siyah kuğuların gözden kaçırılmasının temel nedeni politikacılar, liderler, yöneticiler ekonomistler, bilim insanları gibi toplumu yönlendiren bireylerin genel anlamda belli psikolojik önyargılara sahip olmasıdır. Bu ön yargılar ve sistemin doğru işlediğine olan güven hissi siyah kuğuların gözden kaçırılmasına neden olur.

Taleb ’in vermiş olduğu bazı tarihi örneklere katılmasam da genel olarak teorisinin pek çok önemli vakada mükemmel bir şekilde işlemiş olduğuna inanıyorum.

1929 Büyük Buhranı; Alman savaş tazminatlarının monetize edilmesi ile başlayan sürecin müthiş bir varlık ve hisse senedi balonu oluşturması ve bu balonun patlaması ile yaşanmıştı. ABD Merkez Bankası’nın krize rağmen altın standardında kalmakta ısrar edip, para politikasını sıkı tutması çöküşü müthiş boyutlara ulaştırmıştı.

2008 Ekonomik Krizi; 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve küreselleşmenin tetiklemiş olduğu bol ve ucuz para arzının taşınmaz piyasasını şişirmesi ve bu piyasanın bağlı olduğu türev piyasalar ve finansal kurumlardaki riskleri inanılmaz boyutlara taşıması ile oluşmuştu.

Tarihi olaylara dönersek; yaygın düşüncenin aksine Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı, 31 Aralık 406 tarihinde Ren Nehri’nin donarak doğal bir bariyer niteliğini kaybetmesi sonucu, Alan, Vandal ve Suebi kabilelerinin imparatorluğa taarruz etmesinden kaynaklanmamıştı. Muazzam bir görüntüye sahip Roma İmparatorluğu, cumhuriyet döneminin son safhasından itibaren zaten siyasi olarak çürümekteydi. Cumhuriyetin yıkılması sonrasında oluşan ilk imparatorluk düzeni, devlet yapısını reforme ederek imparatorluğun ömrünü ancak uzatabilmişti.

Son büyük imparator Marcus Aurelius’tan (121-180) sonra imparatorluk rejimi baş döndürücü bir şekilde çöküşe geçti. Siyasi çürüme, ekonomik çöküşe; ekonomik çöküş ise askeri çöküşe dönüştü.

Romantikler; Fransız Devrimi’nin (1789) halkın Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau’nun fikirlerinden etkilenerek hak ve özgürlük talebi ile monarşiye baş kaldırması ile başladığını ifade eder. Buradaki gerçek siyah kuğu, Fransa’nın içinde bulunduğu ekonomik buhran ve bunun sonucu oluşan müthiş bir yoksulluk ve açlıktır.

18 yüzyılda Avrupa’nın askeri anlamda en güçlü devleti olan Fransa son 150 yıl içinde pek çok savaşa girmiş ve bu savaşlar devletin ekonomik, siyasi ve sosyal anlamdaki çöküşünü getirmiştir. Üstelik bu savaşlar Kanada, Hindistan ve Karayip Denizi’nde yer alan değerli sömürgelerin kaybı ile de sonuçlanmıştı.

Devrimi tetikleyen son vaka ise Fransa’nın ABD Bağımsızlık Savaşına (1775-1783) vermiş olduğu muazzam askeri ve ekonomik destek sonucu hazinenin tam takır kuru bakır hale düşmesi olmuştu. Dönem merkantilizm dönemi idi. Bu dönemde hazine sıfırı tüketmişken, tarım hasadı çıktısı hava şartları nedeni ile birden düştüğünde, basitçe para basarak ya da borçlanarak tahıl satın alınması mümkün değildi. Tahıl ithal etmek için altın gerekiyordu..

Kral yeni vergiler salmak için Etats Generaux’u (ki 175 yıldan beri kapalı idi) topladığı anda kendisi için siyasi kıyamet makinesini çalıştırmıştı. Etats Generaux içinde ilk önce halkın temsilcileri; soylulara ve ruhban sınıfına karşı çoğunluğu ele geçirmiş, daha sonra bu kraliyet meclisi sürat ile devrim için yanıp tutuşan ve askeriyeyi de kontrol altına alan bir milli meclise (Convention Nationale) dönüşmüştü.

Günümüze gelirsek, klasik dünya düzeni tam bir ekonomik ve politik anlamda bir deprem zinciri içindedir.

Üstelik bu deprem dizisi öyle bir düzeye gelmiştir ki, yeni bir küresel ekonomik kriz veya geniş çaplı bir silahlı çatışma beklentisi artmıştır. Bu depremin nedeni ekonomik, politik ve jeopolitik siyah kuğulardır.

Uygarlık tarihinde büyük bunalımlar, çok kutuplu bir dünya doğumu esnasında, mevcut ekonomik ve politik düzene meydan okuyan oyuncuların ortaya çıkması ile başlar.

17. yüzyılın son çeyreğinde Fransa ve İngiltere’nin yükselişi ve Habsburg İmparatorluğu’nun gerilemesi, 1871’de Birleşik Almanya’nın doğumu, 1930’larda Almanya, İtalya ve Japonya’daki faşist yönetimlerin dünya düzenine meydan okuması, 1945 yılında II. Dünya Savaşı’nı büyük bedeller ile kazanmış olan Sovyetler Birliği’nin süper güç haline gelerek Batı ile yarışa girmesi ve 2000’li yıllardan itibaren Çin’in ekonomik ve politik anlamda güçlenmesi son 300 yıldaki dünya düzenindeki önemli kırılmaları özetler.

Dikkat ederseniz ABD’nin dünya tarihindeki yükselişini bu örneklere dahil etmedim. Çünkü ABD’nin yükselişi var olan düzene meydan okuyarak gerçekleşmemiştir. ABD ilk safhada düzenin büyük bir oyuncusu olmuş (1783-1871), sonra düzenin ekonomik ve finansal lideri haline gelmiş (1871-1918) daha sonra da düzenin askeri, kültürel ve politik liderliğini (1918-1945) kazanmıştır.

ABD’nin ve Batı dünyasının temel hedefi istikrarlı bir şekilde büyüyen ve prodüktivitesi artan küresel bir ekonomi içinde; kendi nispi gücünü muhafaza etmektir. Küreselleşme son 30 yılda Batı dünyasına hızlı büyüme, düşük enflasyon ve yüksek kişi başı gelir gibi önemli kazanımlar sağlamıştır. Batı dünyasının en büyük kazancı, ekonomik katma değeri düşük bazı iş kolları ve üretim birimlerini Çin ve gelişmekte olan diğer ülkelere kaydırarak, daha ileri ve devrimsel etki yaratacak teknoloji ve süreçlere yatırım olanağına sahip olmasıdır.

Bu sayede Batı dünyası 2008 küresel ekonomik krizinden sonra teknolojik ve süreç anlamında müthiş bir atılım yapabilmiştir. Hatırlarsanız 2008 yılında akıllı telefonları, bilişim teknolojini,IoT kavramını, “Big Data” meselesini, “blockchain” teknolojisini veya Endüstri 4.0 kavramını bu kadar net konuşmuyorduk.

Küreselleşmenin, Batı dünyası için en önemli bedeli, Çin’in iki yüz yıl sonra güçler dengesine ağır sıklet oyuncu olarak geri dönmesidir. Bu geri dönüş, Batı dünyası ve Japonya’nın nispi gücünü eritme riski taşıdığı gibi, siyasi ve askeri anlamda mevcut düzene meydan okuyan bir Çin-Rusya blokunun oluşmasına neden olmuştur.

İlk dünya savaşının jeopolitik siyah kuğuları Alsace Lorraine ve Bosna Hersek meseleleri idi. Üzerine Kayser Wilhelm’in sert ve kaba diplomasisi ile 1873 Uzun Depresyonu’nun etkileri bir araya gelince, kıyamet makinesi çalışmış oldu.

İkinci Dünya Savaşı’nın jeopolitik siyah kuğuları Danzig ve Polonya Koridoru, Südet Bölgesi, Mançurya ve Çin’deki Japon imtiyazları idi.  Bu jeopolitik riskler; 1929 Büyük Buhranı, kur savaşları ve ticari korumacılık gibi ekonomik sorunlar ile birleşince bir anda dünya düzeni patlamaya hazır bir barut fıçısına dönüşmüştü. Fitili yakan ise Nazilerin ve Japonya’da siyasi iktidarı elinde tutan askeri cuntanın  saldırgan politikaları oldu.

Soğuk Savaş’ta ise iki süper güç, Sovyetler Birliği ve ABD, tüm dünyayı bir jeopolitik satranç tahtasına çevirdi. Batı’nın ekonomik sistemi; 1971 ve 1979’da revizyonlar geçirerek 1970’ler hariç olmak üzere, Batı dünyasına istikrarlı bir büyüme ve refah getirdi. Nükleer dehşet dengesi, jeopolitik risklerin sıcak çatışmaya dönüşmesini engelledi. İki süper gücün istisnalar hariç olmak üzere diplomasi kanallarını açık tutması sonucu, bölgesel savaşların tırmanması engellendi.

Günümüze dönersek, güncel jeopolitik risklerin neredeyse Soğuk Savaş döneminin düzeyine yaklaşmış olduğunu görüyoruz.

Çin’in tüm deniz sınırlarını belirleyen Japon Denizi, Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizi’ni oluşturan muazzam alanda yer alan adaların hukuki statüsünün belirsizliği ve kıta sahanlığı sorunu, dünyanın en önemli jeopolitik sorunlarından birini oluşturmaktadır. Pasifik Savaşı’nı bitiren San Francisco Anlaşması (1952) Soğuk Savaşın etkisi ile bu önemli meselenin tanımını tam koyamamıştır. Üstelik Çin ve Rusya halen bu anlaşmayı hukuken tanımamaktadır.

Diğer jeopolitik riskler ise Tayvan sorunu, Keşmir anlaşmazlığı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yer alan suni devletlerin parçalanması, Suriye ve Yemen’de devam eden vekalet savaşları, İran-ABD gerilimi, Doğu Ukrayna ve Kırım’ın ilhakı meselesi, Rusya-Baltık Ülkeleri gerilimi şeklinde sayılabilir.

Günümüzün ekonomik riskleri ise 2008 sonrasında yeni bir ekonomik düzenin kurulamamış olması, ticaret savaşları, kritik düzeye ulaşmış olan sıfır ve negatif faizli tahvil stoku, İtalya gibi büyük bir ekonominin aslında çökmüş olduğu gerçeği, bir “soap opera” senaryosuna dönüşmüş Brexit, yüksek reel faiz ile taşınan devasa tutardaki kurumsal borçlar şeklinde sıralanabilir.

Politik siyah kuğular; popülist liderlerin etkisinin artması ve en önemli popülist lider olan ABD Başkanı Trump’ın sert ve kolay öngörülemez siyasi çizgisi şeklinde tanımlanabilir.

Trump’ın siyasi çizgisi incelikten yoksun ve fazla doğrudan olarak tanımlansa da, bu stratejinin eski ABD Başkanı Nixon için yazılmış olan “madman” stratejisinin bir türevi olduğunu tahmin ediyorum.

Bu strateji, sıfır kazançlı oyunlarda, oyuncunun bilinçli olarak anlaşılmaz ve agresif bir şekilde davranarak; taleplerin karşılanmaması halinde siyasi, ekonomik ve politik yaptırımlar ile krizi tırmandırma tehdidine dayanır.

Nixon bu stratejiyi 1969-1970 yılında askeri olarak savaşı kaybetmiş olan ABD’yi “uygun şartlar ile” Vietnam Savaşından çekmek hedefi ile Kuzey Vietnam ve Sovyetler Birliği ile masaya oturduğunda kullanmıştı. Müzakereler esnasında, ABD silahlı kuvvetleri ve nükleer taarruz unsurları tam teyakkuza geçirilmiş ve termonükleer başlıklar ile donatılmış bombardıman uçakları “radar izi bırakacak” şekilde Sovyet hava sahasına yaklaştırılmış, Kamboçya ve Kuzey Vietnam’a karşı görülmemiş çapta ağır hava taarruzları yapılmıştı. Ancak bu stratejinin uygulanması ABD için bir fayda sağlamadığı gibi, Kuzey Vietnam üç buçuk yıl sonra istediklerinin tamamını alarak masadan kalkacaktı.

Günümüze dönersek esas mesele, Trump’ın bu stratejiyi renkli kişiliği ile harmanlayarak sahneye koymasıdır. Aslında buna benzer stratejileri iş hayatında da uygulamış olduğunu anılarını kaleme aldığı kitabından anlayabiliyoruz.

2020’li yıllara geldiğimizde küresel sistem ekonomik, politik ve askeri anlamda Soğuk Savaş dönemine göre daha karmaşık, narin ve öngörülmezdir. Ümit ederim ki bugünün küresel düzeninde, Siyah Kuğu Teorisini bir defa daha doğrulayacak yeni bir vaka ile karşılaşmayız.

Bu yazıyı beğendiyseniz, kaynak belirterek paylaşabilirsiniz.

Burak Köylüoğlu

 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!