Oyun Teorisi ve Türkiye’de Para Piyasaları

Burak Köylüoğlu

 

Oyun teorisinin babası Macar asıllı bilim insanı John von Neumann (1903-1957), geniş kitleler için Einstein kadar tanınan  bir isim değildir.  Ancak Einstein ismi fizik dünyasında ne ifade ediyorsa, von Neumann da matematik dünyası için benzer bir şöhrete sahiptir. Von Neumann’ı son büyük matematikçi olarak isimlendirmek yanlış olmayacaktır.

Daha çocukken sekiz basamaklı sayıları kalem kağıt kullanmadan bölebilen ve yaşıtları okuma-yazmayı öğrenirken türev ve integral ile problem çözebilen von Neumann, sadece müthiş bir matematikçi değil, fizik, istatistik, ekonomi, bilgisayar mühendisliği ve yöneylem alanları gibi alanlarda önemli katkılar yapmış bir bilim adamı idi.  

Aynı zamanda insanlık tarihinin en önemli projelerinden biri olan Manhattan Projesi’nin en kilit isimlerinden biri idi. Yaratmış olduğu matematiksel model, ile uranyum ve plütonyum atomlarının nasıl zincirleme reaksiyon ile parçalanacağını ortaya koyacak idi. Aşağıdaki fotoğrafı meşhur Los Alamos merkezinde çekilmiştir.

 

 

Manhattan Projesi tamamlandıktan sonra, von Neumann; projenin ana ekibini oluşturan bilim adamları Robert Oppenheimer, Edward Teller, Klaus Fuchs ve Stanislaw Marcin Ulam ile beraber bu kez hidrojen atomlarının birleştirerek çok daha muazzam bir enerjinin ortaya çıkmasını sağlayacak Ulam-Teller sistemini yaratacaktı. Ulam-Teller sistemi, güneş ve yıldızların çalışma prensibi ile atom bombası ile kıyaslanamayacak ölçüde muazzam tahribat gücüne sahip termo-nükleer silahların geliştirilmesinde kullanılacaktı.

Von Neumann’ın ekonomi ve kurumsal yönetim dünyasına en büyük katkısı oyun teorisidir. Oyun teorisi, karmaşık sistemlerde yer alan oyuncuların hedeflerine ulaşmak için aldığı kararların nasıl bir sonuç üreteceğini çözümlemek için kullanılır. Bugün oyun teorisi, davranışsal ekonomi, politik ekonomi, diplomasi, stratejik yönetim, askeri strateji ve kurumsal yönetim alanlarında vazgeçilmez bir yer edinmiştir.

Von Neumann, bu teoriyi olasılık ve strateji bilimlerinin bir arada kullanıldığı poker oyununa merak duyduğu dönemde geliştirmiştir.

Oyun teorisini kitlelere tanıtan ve yaygın kullanımını sağlayan bilim insanı John Forbes Nash Jr.’dır. Hollywood, bu ince ve nazik bilim adamının hayatını, A Beautiful Mind isimli çok popüler olmuş ancak kötü bir şekilde senaryo edilmiş bir film ile kitlelere tanıtmıştır.

 

 

John Nash’in oyun teorisini kitlelere tanıtan en önemli katkısı ,Nash Dengesi kavramını matematiksel olarak ispat etmiş olmasıdır. Bu denge anı, tüm oyuncuların davranışlarını değiştirmek için ek ve önemli faydaya sahip olmadığını ve bu denge noktasındaki pozisyonlarını korumalarını gerektiğini ifade eder.

Nash dengesi makro ve mikro ekonomi için çok önemli bir kavramdır. Oligopol ve duopollerin işleyişi, M&A stratejileri, ekonomik krizlerde oyuncuların davranışları, piyasaların işleyişi oyun teorisi ve Nash dengesi ile açıklanabilir.

A Beautiful Mind filmindeki bar sahnesi ve Nash dengesi

Filmde, dört genç erkek barda otururken, barın diğer tarafında sohbet eden beş genç kızı fark eder. Grubun içinde yer alan sarışın kız, koyu renkli saçlı dört arkadaşına göre çok daha alımlı ve çekicidir. Nash ve arkadaşları, sarışın kızın büyüsüne kapılır ve aralarında kızla nasıl tanışabilecekleri konusunda bir sohbet başlar. Nash’e göre dört erkek de sarışın kızla tanışmak için girişimde bulunduğu taktirde; kız yoğun ilgiden dolayı kendini geri çekecek ve dört genç adamdan hiçbiri ile flört etmeyecektir. Sarışın kızda şansını yitiren dört genç adam, bu kez kızın dört arkadaşı ile flört etmeye çalıştığı takdirde, diğer kızlar bu girişimi geri çevirecektir. Çünkü hiç kimse ikinci bir tercih olmayı istemez.

 

Nash’e göre doğru strateji; dört genç adamın sarışın ve alımlı kızı pas geçerek, doğrudan diğer dört kız ile flört etmesidir. Bu durumda dört genç adamın, diğer dört kız arkadaşı ile flört edebilmesi çok daha yüksek olasılıktır. Bu strateji uygulandığı zaman, sarışın ve alımlı genç kız, hiçbir erkekten ilgi görmeyecektir.

 

 

Film, Nash dengesini böyle anlatıyor. Çok inandırıcı ve açıklayıcı değil mi? Aslında değil.

Diyelim ki kendinizi John Nash yerine koyun. Üç arkadaşınız, sarışın kızın üç kız arkadaşı ile flört etti. Siz bilerek sona kaldınız. Sizin seçenekleriniz artık sarışın kız ve kalan arkadaşı. Sarışın kız ile konuşarak, arkadaşlık kurma şansınız çok daha yüksek. Bu neden ile bu örnekte, Nash dengesi birden fazla noktada oluşabilir.

Keynes’in Güzellik Yarışması ve Yatırımcı Davranışı

Oyun teorisi ve Nash dengesinin katkıda bulunduğu konulardan biri de yatırımcıların davranışının sadece ekonomik verilere dayalı olmadığını ortaya koymasıdır.

Bunun en basit ve güzel örneği, meşhur ekonomist John Maynard Keynes’in “Keynes’in Güzellik Yarışması” denemesidir.

Keynes, katılımcılara 100 tane fotoğraf içinden 6 tane güzel kadın fotoğrafını seçmelerini istemiş, seçimleri tüm yarışmacıların en çok tercih ettiği fotoğraflara yaklaşan yarışmacılara ödül vereceğini açıklamıştır.

 

 

İlk başta beklenen, her yarışmacının kendi tercihi olan altı fotoğrafı seçimine yansıtması idi. Ancak katılımcılar, başkalarının hangi fotoğrafları seçeceğini öngörmeye çalışarak, kendi tercihlerini değil, başkalarının tercihlerini tahmin ederek seçim yapmışlardı. İşte davranışsal ekonominin temeli bu basit model ile oluşmuştur.

Bu denemenin ortaya koyduğu en önemli sonuç, bir varlığın temel finansal performansından daha çok, diğer oyuncuların bu finansal varlığın nasıl bir performans göstereceğine yönelik beklentisinin fiyat oluşumuna etki ediyor olmasıdır.

Yatırımcılar “beklentiler alınır, gerçekler satılır.” sözünü hiçbir zaman akıllarından çıkarmaz. Bu önermenin tersi de (beklentiler satılır, gerçekler alınır) geçerlidir.

Gelelim gerçek ekonomik örneklere…

16 Eylül 1992 Kara Çarşamba Olayı ve George Soros

Bazı Avrupa Birliği Ülkeleri 1979 yılında üye ülkelerde enflasyonu dizginlemek ve üye ülkelerin para birimleri arasında oluşabilecek aşırı dalgalanmaları önlemek amacı ile EMS (European Monetary System) isimli bir sistem kurmuştu. Sistemin temelinde, 12 AB ülkesinin para birimlerinden oluşturulan bir endeks yatıyordu. Endeks oluşturulurken her ülkenin ekonomik çıktı büyüklüğü, endeksin içindeki para biriminin ağırlık katsayısını belirliyordu. Tüm para birimleri bu endeks içinde artı/eksi %6’lık bir bantta dalgalanabilir idi.

Doğal olarak Federal Almanya Markı ve Bundesbank sistemin merkezine yerleşmişti.

Her şey 1990 yılında İngiltere’nin sisteme girmeye karar vermesi ile başladı. Ancak İngiliz Merkez Bankası, sterlinin değerini olması gerektiğinden yüksek tutarak, 2.95 Alman Markına sabitledi. Oysa ki bu parite savunulabilir durumda değildi.

Almanya’da Doğu Almanya’nın sisteme entegre edilmesi için yüksek kamu harcamaları yüksek seyrediyordu. Faizler, yüksek kamu harcamalarının enflasyon yaratmaması için yüksek tutulmuştu. İngiltere’deki faizler nispeten daha düşük tutulmasına rağmen, enflasyonu Almanya’ya göre çok daha yüksek seyrediyordu. Üstelik İngiltere Almanya’nın tersine ikiz açık ile, yani kamu bütçe açığı ve cari açık ile yoluna devam ediyordu.

Bu denklemi en iyi okuyan spekülatörlerden biri de George Soros’tu. Henüz ismi çok duyulmamıştı. Soros, İngiliz sterlininin yapay bir şekilde değerinin yüksek tutulduğunu çok iyi gözlemlemişti.

Soros’un kontrol ettiği Quantum Fonu aylardan beri sterlinde müthiş bir kısa pozisyon açıyordu. Pozisyonun açıldığı bölge İngiliz Merkez Bankası’nın savunmaya çalıştığı Sterlin-Mark paritesinin alt tabanı (sterlin/mark paritesinin %6 altı) idi. Derken Soros, 1992 yılının Eylül ayı ortasında vurucu darbeyi vurdu.

15 Eylül 1992’de güne piyasa yoğun bir şekilde sterlin satışı ile başladı. Soros sterlin sattıkça, diğer oyuncular da sterlin satıp dolar ve mark almaya başladı. İngiliz Merkez Bankası ise klasik politikasını uygulayarak, satılan sterlinleri alıp, döviz rezervlerinden karşılık olarak piyasaya mark ve dolar satarak kuru savunmaya çalıştı. Ancak cephanesi çabuk bitti. Sterlindeki satışları önünü alamayınca İngiliz Merkez Bankası piyasaya faizleri yükselteceğini vaat etti. Ancak piyasa oyuncuları dökülen kanın kokusunu almıştı.

 

 

Piyasada sterlin satışları arttı ve İngilizler pariteyi savunamayarak sistemden ayrılma kararını açıkladı. İngiliz sterlini, bu türbülans sonucunda değer kaybederek, olması gereken değere gelmişti.

George Soros’un ismini duyurduğu Kara Çarşamba’dan 1 milyar USD para kazandığı sanılıyor. Ama sanırım kazandığı paradan çok kendisini en çok keyiflendiren noktanın İngiliz Merkez Bankası’nı dize getiren adam lakabını (the man who broke the Central Bank of England) kazanmış olmasıdır. George Soros’un yaptığı, basitçe oyun teorisinin prensiplerini kullanmaktı. Oyuncuların geçici bir Nash Dengesini oluşturan değerli pound, yüksek enflasyon ve düşük faiz denkleminden sapacağını, en büyük oyuncu olan İngiliz Merkez Bankası’nın dahi bu dengeyi korumayacağını tahmin etmişti. Soros’un Kara Çarşamba’dan aylar önce açmaya başladığı sterlin kısa, mark ve dolar uzun pozisyonlar bu öngörünün bir eseri idi. 

12 Eylül 2019’da gerçekleşecek faiz indirimi ve oyun teorisi

Türkiye ekonomisi Ağustos 2018 tarihine geldiğinde ; yüksek cari açık, düşük reel TL faiz politikası, reel sektör finansal pozisyonundaki kırılganlıktan oluşan zorlu bir denkleme sahip idi. Üstelik Merkez Bankası bu zorlu denkleme, yıllar boyunca  “managed float” politikası ile (olması gerekenden daha) değerli TL gibi tehlikeli bir değişken eklemişti. Derken Brunson olayı, spekülatörlere kararsız dengeye hücum etme olanağı verdi. Spekülatörlerin TL varlıkları satıp, YP varlık almaları genele yayıldı. İktidar yeni Nash Dengesini Eylül 2018’de faizleri 625 baz puan yükselterek ve Brunson olayında uzlaşarak yanıt verdi. Spekülatörler olayın eninde sonunda buraya geleceğini tahmin etmişti. Bu kez YP satıp, TL varlıklar alarak hem döviz sepeti düşüşünden hem de dibi gören TL varlıkların yükselişinden yüksek karlar elde ettiler. Özellikle TCMB’nin faiz yükseltmesi sonrası DİBS faizlerinin ilk önce biraz daha yükselip sonra düşmesi eğilimi, bu gerçeği mükemmel bir şekilde ortaya koymuştu.

Ardından yerel seçimler ekonomideki yeni dengeye karşı yeni spekülasyonun fitilini yaktı. Buna bir TCMB’deki rezerv düşüşünün açıklanamaması eklenince, bir anda Londra’daki swap piyasasında TL’ye karşı yeni bir atağın başlamasına sebep oldu. Bu atak Londra’da swap piyasasının kurutulması ile sonuçlandı. Ekonomi yönetimi bir nevi sermaye kontrolü getirerek (Londra swap piyasasına TL verilmemesini telkin ederek) dengeyi korudu.

Yerel seçimler meselesinin sonucu belirginleşince, kur ve faiz düşüşü yeniden başladı. Bu düşüşe ABD ile S-400 konusunda bir şekilde anlaşılması gerçeği de destek oldu. Yani para piyasalarında Mayıs 2019’dan itibaren yaşanan tatlı yaz havası, Ekim 2018’den Şubat 2019’a kadar yaşanan pastırma yazının bir benzeri oldu.

Şimdi ise Temmuz 2019’daki 425 puanlık faiz indiriminin devamı bekleniyor. Tahminim 12 Eylül’de 300-325 baz puanlık bir indirim yapılacağı yönünde. Bu faiz indiriminin en önemli dayanaklarından biri de FED’in faiz indirimi ve yeniden genişleme politikasına dönüşü beklentisi.

Ancak yeni Nash Dengesi umut edilmeyen bir noktada oluşabilir. Ölçülen enflasyonun çıpa olarak kullanılması, yabancı yatırımcı için bir şey ifade etmiyor. Onlar “carry trade” yöntemi ile elde ettikleri, kara bakıyorlar. Üstelik sistem dışarıdan nitelik ve sürekli bir yabancı kaynak girişi ile beslenmiyor. Sistem bankalardaki YP mevduatın TCMB’ye swap ile süpürülmesi ve bu kaynağın dolaylı yöntemler ile yurtiçi ve yurtdışı piyasalarda kullanılarak “managed float”rejiminin sürdürülmesi üzerine kurulu. Sert bir TL faiz indirimi, “carry trade” karlarını iyice azaltarak, bazı oyuncuların “oyuncaklarını geri almasını” tetikleyebilir. Bu durumda meşhur para politikası teorisi olan olanaksız üçleme yeniden zorlanacak ve sistemdeki denge bir noktadan daha olumsuz başka bir noktaya sürüklenecektir.

Burak Köylüoğlu

 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!