Türkiye Ekonomisi, kendine özgü “heyecan” verici parametreleri ile, 1980’lerin başından itibaren analiz edilmesi kolay olmayan ancak bir o kadar da keyifli bir alandır.
Profesyonel hayatımın gereği olarak ekonominin önemli parametrelerini ve bu parametrelerin eğilimini anlamak ve analiz etmek için bu değişkenleri bir Excel tablosu ile izlerim. Her açıklanan veri ile de bu tabloyu mutlaka günceller, analizimi yenilerim.
Bu yazım ile, ekonomist olmayan ama ekonomik ortamı gözeterek karar verici konumda olan pay sahipleri, yönetim kurulu üyeleri ve yöneticiler için hangi ekonomik göstergeleri izlemeleri gerektiğini kendi bakış açım ile anlatmayı hedefliyorum.
Önemli bir ekonomik gösterge olan İMKB endeksleri bu yazımın kapsamı dışındadır.
Yazıya temel göstergeler ile başlayalım.
GSYH (GDP) Göstergeleri
GSYH (GDP) göstergeleri, bir ülkenin yarattığı katma değeri ölçen en önemli göstergedir. Genel olarak bu rakamları IMF ve Dünya Bankası verileri ile TÜİK bültenlerinden izliyorum. Özellikle izlediğim veriler konsolide Dünya Ekonomisi verisi ile beraber; ABD, AB, Almanya, Çin, Japonya verileri ile Meksika, G.Kore, Brezilya, Arjantin ve Türkiye verileridir. İkinci sette yer alan ülkelerin GSYH verilerini her zaman Türkiye ile karşılaştırmayı akademik anlamda çekici buluyorum. Dünya Bankası 2016 verilerine göre; ABD, AB, Çin ve Japonya GSYH toplamının Dünya Ekonomisinin %51’ini oluşturduğunu, Türkiye’nin GSYH’nın küresel veri içindeki payının %1.1 olduğunu not alalım.
GSYH verilerinin hesaplama yöntem değişikliklerini, değişikliğin olduğu yılın üzerine mutlaka not alırım. Hoş, Türkiye’nin son yapmış olduğu yöntem değişikliği konusunda pek çok rezervim var. Bunun başlıca nedeni eski veri seti ve yeni veri setinin arasındaki bağın kopmuş olmasıdır. Pek çok ünlü ekonomist bu yönde de çekincelerini belirtmiş olmasına rağmen, TÜİK şu ana kadar bu haklı sorgulamalara yanıt veremedi.
GSYH verileri her zaman yer para birimi ile hesaplanır. Türkiye’nin 2016 GSYH’ı 2,590,517,000,000 TL’dir. Bu rakamı 2016 cari USD/TL ile çevirirseniz yaklaşık 857 milyar USD’a erişirsiniz. Eğer TL döviz sepetine göre değerli ise USD cinsinden GSYH yüksek çıkar. Tersi de doğrudur. 1993,1994,2000,2001 yıllarını analiz ederseniz USD bazındaki GSYH’da büyük sapmalar olduğunu görebilirsiniz. En büyük GSYH sapma şampiyonluğu meşhur 24 Ocak 1980 kararlarının alındığı 1980 yılına aittir. IMF ve Dünya Bankası’nın belirttiği 1979,1980 ve 1981 yılı rakamlarına bakın, her iki kurumun Türkiye GSYH’sını olağanüstü farklar ile açıkladığını fark edeceksiniz.
Bir başka nokta ise, nüfus artış hızlarının, gayrisafi yurtiçi hasıla büyümesinden arındırılmadan yapılan analizlerin pek anlamlı olmamasıdır. Türkiye verilerinde ise bu çok daha kritiktir. Türkiye nüfus artışı hızlı bir ülkedir, bu neden ile büyüme hedefi yüksek olmalıdır. Bir de dış politikanın eseri olarak ülkemizin önemli ölçüde göçmen misafir ettiğini ve bu göçmenlerin çalışarak GSYH’a katkıda bulunmalarına rağmen; kişi başı GSYH hesabında dikkate alınmadıklarını unutmayalım.
GSYH verisini değerlendirir iken, GSYH verisine hem harcama, hem de gelir yönlü bakmak analizi zenginleştirecektir. Gelir yönlü GSYH verisi, ana sektörlerin GSYH’a katkısını gösterir. Mesela Türkiye’nin 2009-2016 dönemi verileri analiz edildiği zaman, sanayi tarafında konjektürel bir büyüme dışında sanayinin aman aman büyümediği gerçeği, rakamlar ile saptanabilir.
Harcama yöntemi ile hesaplanan GSYH verilerinde ise özellikle kamu kesiminin harcamaları ile ihracatın ve ithalatın değer, pay ve değişim oranları, her zaman dikkat çekicidir. Türkiye’nin aslında bir ihracat ülkesi olmadığı, ihracatın GSYH içindeki payının son 20 yılda %20 düzeylerinde kaldığı rahatlıkla izlenebilir. Buna karşın ithalatın düzenli bir pay artışı ile GSYH’nın %25 düzeyine yerleştiği gözden kaçmayacaktır.
Enflasyon ve Faiz Değişkenleri
Bu veriler de temel olarak gösterge setim içinde ikinci önemli yeri tutar. Küresel ortamda ABD ve AB enflasyon verileri, 2,5,10 yıllık tahvil faizleri ile kısa vadeli Libor/Euribor faizleri ( 3,6,12 ay verileri) en temel izlenmesi gereken verilerdir.
Türkiye’de ise tüm yazılıp çizilenlere rağmen enflasyon verilerinin şeffaf bir sepet ile değerlendiğine inanıyorum. Bu sepet elbette daha da nitelikli hale getirilebilir. Klasik anlamda ÜFE ve TÜFE verilerine baktığım gibi mutlaka ÜFE ve TÜFE arasındaki farkları da özel olarak izlerim. ÜFE ve TÜFE arasındaki fark; mal ve hizmet üretenlerin maliyet sepetinin nasıl değiştiğini ve bu değişimi hangi ölçüde fiyatlara yansıtabildiklerini gösterir. Kur sepetinin düzeyi ile ÜFE ve TÜFE ilişkisini izlediğim basit bir duyarlılık analizine de mutlaka göz ucu ile bakarım.
Türkiye’deki faiz verilerini ise mesleğim çerçevesinde daha kapsamlı bir şekilde izlerim. Temel faiz verileri orta ve uzun vadede 2 yıl, 5 yıl ve 10 yıl büyük hacimli tahviller üzerinden izler iken; kısa vadeli faizleri ise 1 ay, 3 ay, 6 ay ve 12 ay vadeli TR Libor faizleri ile analiz ederim. Daha sonra bu verileri Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) yayınladığı ortalama mevduat ve kısa vadeli kredi faizleri ile kıyaslarım. USD ve EUR verilerini ise faiz olarak yukarıda bahsettiğim küresel verilerin üzerinde vadeye uygun Türkiye CDS’i koyarak analiz ederim.
Ödemeler Dengesi Verileri
Gelişmekte olan ülkeler için en önemli verilerden biri de ödemeler dengesi verileridir. Özellikle Türkiye gibi uzun dönemli olarak cari açık veren ülkeler için bu verilerin analizi kritik bir öneme sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın yayınladığı raporlar genelde iki ay geriden gelmesine rağmen, oldukça kapsamlıdır. Bu verilerden, altın dahil ve hariç olarak dış ticaret dengesi ve cari dengedeki eğilimleri analiz ettiğim gibi; cari açığın finansmanının nasıl bir kompozisyon (portföy yatırımı, doğrudan yatırım, vs.) ile yapıldığını izlerim.
Bu analizi, TCMB’nin reel kur endeksi tablosu ile karşılaştırdığımız zaman TL’nin nispi değeri ile ödemeler dengesindeki bağı da gözden kaçırmamış olurum. Örneğin; reel kur endeksinin arttığı yani TL’nin döviz sepeti karşısında değerinin arttığı dönemlerde (örneğin 2002-2007 dönemi) ödemeler dengesinin bozulmaya başladığını, iç tüketimdeki artışa bağlı olarak büyümenin arttığı kolayca analiz edilebilir.
Uluslararası Yatırım Pozisyonu
TCMB’nin yayınladığı en önemli raporlardan biri de uluslararası yatırım pozisyonu raporudur. Bu rapor ülkenin temel anlamda yabancı para varlıkları ve yükümlülüklerini vade ve cins ayrımı yaparak ortaya koyar. Rapor çeyrekler halinde yayınlanır ve yaklaşık 2 ay geriden gelir. Uluslararası yatırım pozisyonu, bilanço yani stok değerler içeren bir tablodur. Bu tabloyu; ülkenin yabancı para akım tablosu olan ödemeler dengesi tablosu ile beraber kullanırım.
Bu tablo aynı zamanda çok önemli bazı sonuçlar da verir. Örneğin 2017 III. Çeyrek verilerine göre Türkiye’nin 440 milyar USD net UYP açığı bulunmakta, bu açığın GSYH’a oranı (2016 cari fiyatlar ile) %51 düzeyindedir. Türkiye’nin ödemeler dengesinde Ocak-Eylül 2017 verisi ile de cari açığın GSYH’nın yaklaşık %4.5’ine ulaşmış olduğunu da dikkate alırsak; Türkiye’nin dış yükümlülükleri artırarak büyüyebilme sınırının sonuna geldiğini rahatlıkla anlayabiliriz.
Bankacılık Sektörü Verileri
Bankacılık sektörü, benzetme yapmak gerekirse insan vücudundaki damar sistemine benzer. Dolayısı ile bu sektörün konsolide verileri önemli bazı göstergeler sunabilir. Örneğin TL Kredi/TL mevduat oranının %141’e ulaşmış olduğu, ülke içinde bankaların TL kredi yaratma gücünün sonuna gelindiğini gösterir. Bu yüksek oran ile beraber piyasada kredi ve mal alım satımında paranın değerini gösteren vade farkı oranlarının gösterge faiz oranları ve enflasyon oranından daha yüksek düzeyde oluşacağına işaret eder. Sektör verilerini BDDK ve TBB raporlarından izlerim. Baktığım parametreler; kredi büyümesi, kredi mevduat oranları, TL ve YP varlık ve yükümlülüklerin birbiri ile olan ilişkileri (örneğin YP mevduat/toplam mevduat oranları) ve zahiri olduğunu bilsem de sektörün genel NPL (non performing loans) oranı şeklindedir.
Kamu Sektörü Dengeleri
Kamu sektörü son yıllarda Neo Keynesyen bir maliye politikası izleyerek, büyümeyi canlı tutmaya çalışmaktadır. Buna rağmen genel olarak kamu kesimi açığının GSYH’a olan oranı Dünya Ekonomisi içinde parmakla gösterilecek bir düzeydedir. Bu tablo büyük projelerin ve yap işlet devret modellerinin kamu üzerindeki yükleri, verilen teşvikler, sosyal güvenlik sistemindeki açık gibi faktörler ile bir parça bozulsa da halen oldukça iyi bir konumdadır.
Bu alanda ise kamu sektörünün merkezi bütçe açığının GSYH’ına oranı ve kamu iç borçlanma düzeyi ile kamu borcunun itfa ve yeniden borçlanma oranlarını yakından izlerim.
Örneğin, 2017 yılında artan bütçe açığının finansman gereği ve 2018 ilk çeyrekte yaklaşık 56 Milyar TL borç geri ödemesi yapılacağı verileri birleştiği zaman; 2017 yılı içinde Hazine’nin itfadan fazla borçlanarak nakit bir rezerv oluşturma gayretini açıklamaktadır. Hazine’nin iç borçlanmasının artması ile beraber TL faizlerin (diğer değişkenlerin etkisi ile beraber) yüksek kalacağını rahatlıkla anlayabiliriz.
Küresel Endeksler
Genel olarak belli emtiaların, örneğin bakır, petrol, buğday, gümüş alüminyum, belli çelik sınıfları gibi, fiyatlarını ayda bir analiz ederim. Ayrıca VİX (volatilite endeksi), Baltic Dry Index, US Dollar Index gibi verileri de haftalık olarak değerlendiririm. Gün sonunda S&P 500, DAX ve FTSE 100’e mutlaka bakarım. IMKB’ye ise gözüm ilişirse şöyle bir bakarım.
Bu temel verilerin dışında; işsizlik oranı, kapasite kullanımı gibi verilere de göz atarım. Yaptığım meslek ekonomistlik olmadığı için bu veriler daha çok benim için tamamlayıcı niteliktedir.
Bir sonraki yazımda ise yukarıda bahsettiğim göstergeleri bir tablo halinde analiz ederek, Türkiye Ekonomisi hakkında saptamalarımı paylaşacağım.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.