Vaka Analizi: Oyun Teorisi ve İki Atom Bombasının Hikayesi

Burak Köylüoğlu

Bu yazımda oyun teorisi kavramına gerçek bir vaka analizi ile devam ediyorum.

Oyun teorisi, karmaşık karar alma süreçlerinde kullanılan en önemli araçlardan biridir. Bu kurama göre sistemdeki oyuncular elindeki bilgi seti ile, diğer oyuncuların pozisyonunu da dikkate alarak kendileri için en yüksek faydayı oluşturan sonuca ulaşmaya çalışır.  

Oyun teorisi bugün her alanda karar alma süreçlerinde kullanılmaktadır.

Oyun teorisinin babası Von Neumann’ı ve meşhur Nash Dengesi kuramını  ortaya koyan John F. Nash’i  Oyun Teorisi ve Türkiye’de Para Piyasaları ilgili yazımda tanıtmıştım. O yazım oyun teorisinin iktisat ile ilişkisine dayanıyordu. Bu sefer bu teorinin uygulandığı gerçek ve dramatik bir vakayı size tanıtacağım.

Vaka analizinin çerçevesi

Bu yazının biçimi biraz daha farklı olacak. Okuyuculara, II. Dünya Savaşı sonunda ABD Başkanı’nın sahip olduğu bilgi seti ve koşulları açacağım. Daha sonradan açığa çıkan bilgi ve sonuçları modelde yer almayacak.  Bu sayede her okuyucunun oyun teorisini kullanarak bir ABD başkanı olarak atom bombalarını kullanıp kullanmama kararını tartabileceği bir vaka analizi çerçevesi yaratılmış olacak. Bu analizde diğer oyuncuların da pozisyonu da yer alacak.

Başkan Truman’ın Açmazı

Roosevelt’in 12 Nisan 1945’te beyin kanamasından ölümü üzerine başkan yardımcısı Harry S. Truman yemin ederek, ABD Başkanı olarak göreve başladı. Dört defa art arda başkan seçilmiş olan Harvard ve Colombia Hukuk Fakültesinden derece sahibi olan, karizmatik bir lider olan Roosevelt’e göre Truman oldukça sıradan bir profildi. Roosevelt ülkeyi 1929 Büyük Buhranından çıkaran New Deal programının uygulayan ve II. Dünya Savaşı’nda yaklaşan zaferin en önemli mimarlarından biriydi. 

1944 yılı seçimleri sırasında Roosevelt, Demokrat Parti içindeki güçlü isimlerin mevcut başkan yardımcısı Henry Wallace’a karşı tutumu nedeni ile parti içi uzlaşması sonucu olarak senatör Truman’ı başkan yardımcısı adayı olarak seçime sokmuştu. O döneme kadar Truman’ın ismini duyuran en önemli başarısı, savaş esnasında verimliliği arttırmak üzere Senato’da kurulmuş Truman Komitesi’nin başkanı olması idi. 

1944 seçimlerini Roosevelt-Truman ikilisi ezici bir farkla kazandıktan sonra, Truman 20 Ocak 1945 tarihinde göreve başkan yardımcısı olarak başladı. Truman, 82 günlük görevi boyunca Başkan Roosevelt ile sadece iki defa görüşebilecekti.  

12 Nisan 1945’te Roosevelet’in ölümü sonrasında başkan olduğu zaman, Truman’ın gazetecilere ilk sözleri şu olur:

“Boys, if you ever pray, pray for me now. I don’t know if you fellas ever had a load of hay fall on you, but when they told me what happened yesterday, I felt like the moon, the stars, and all the planets had fallen on me.”

 

“Çocuklar, dua etme gibi bir alışkanlığınız var ise, şimdi benim için dua edin. Hiç birden büyük bir yük altında kaldığınızı hissettiniz mi bilmiyorum ama bana dün olan bitenin haberi geldiği zaman (Roosevelt’in ölümü), ayın, yıldızların ve tüm gezegenlerin sanki birden üzerime düştüğünü hissettim.”

Truman’a başkan olduktan sonra  ilk iletilen brifingler arasında ,ABD’nin görülmemiş bir güçteki bir silahı geliştiren projede son safhaya geldiği bilgisi verilmişti.  Truman’a detaylı brifing başkan olarak koltuğa oturduktan tam iki hafta sonra verilecekti. Truman, son derece gizli tutulan ve o döneme kadar ki ABD’nin en pahalı kamu projesi olan atom bombası geliştirme projesi olan “Manhattan Projesi”’nin boyutlarını şaşkınlıkla dinlemişti. Proje İngiliz atom bombası programı “Tube Alloys”’u da içine alarak 130,000 kişiyi aşan bir kadroya ulaşmış ve 130 farklı lokasyonda yürüyordu. Projenin en önemli tesisleri atom bombasının hammaddesi olan zenginleştirilmiş uranyum ve plütonyum üreten Washington’da yer alan nükleer reaktörler ve meşhur nükleer fizikçilerin araştırmalarını yürüttüğü Los Alamos tesisi idi.

II. Dünya Savaşı’nın son perdesindeki durum

Nisan 1945’te ABD liderliğindeki Batılı Müttefikler, Ren Nehrini geçerek Alman sanayisinin kalbi olan Ruhr Vadisini kuşatmış, ve öncü zırhlı birlikleri Almanya’yı neredeyse ikiye bölen  Elbe Nehri’ne doğru zahmetsizce ilerler durumdaydı. Almanların Sovyetlere karşı, Berlin önlerinde  ve Doğu Almanya’da neredeyse her metre için vermekte olduğu müthiş mücadeleye rağmen, Anglo-Amerikan birlikleri karşısındaki Alman birlikleri fazla bir direniş göstermeden teslim olmaktaydı.

Berlin’i ele geçirme ödülü (ve ağır yükü) Sovyetlere bırakılmıştı.

Almanya ve Orta Avrupa’dan tam 10,000 km. ötede tüm hızı ile devam eden Pasifik savaşında ise Amerikalılar Japonya’nın ana savunma çizgisini oluşturan “batmaz uçak gemileri” olan Mariana Adalarını 1944 Haziran’da ele geçirmişti.  Mariana Adalarını savunmaya çalışan Japon İmparatorluk Donanması 3 uçak gemisi kaybettiği gibi kalan uçak gemilerinin tüm hava gücünü de kaybetmişti. 1941-1942 yılında dünyanın en mükemmel avcı uçaklarına sahip Japonların hava gücü 3 yıl içinde tamamen demode olmuştu.

Nitekim Ekim 1944’te Filipinlere çıkarma yapan Amerikan kuvvetlerine karşı verilen Leyte Körfezi Savaşı’nda Japonlar ellerinde kalan hava gücü olmayan 4 uçak gemisini yem olarak kullanacaklardı. Leyte Körfezi Savaşı, karmaşık Japon stratejisine rağmen felaket ile sonuçlandı.

Amerikalılar 1943 yılından beri Japon şehirlerinin nasıl bombalanacağı konusunda teoriler ve deneyler yapmaktaydı. Hatta bunun için Japon şehirlerinin modelleri kurulmuş, topoğrafik özelliklerine kadar modeller gerçeğe benzetilmeye çalışılmıştı. Bu deneyler sonucunda Japon şehirlerinin napalm bombaları kullanılarak bombalanmasına karar verildi. Mariana Adaları düştükten sonra sürat ile bu adalar üzerine ağır bombardıman uçaklarının kullanabileceği pistler inşa edilmeye başlandı.

Japonlar Mariana Adalarının kaybının ne anlama geldiğinin farkındaydı. II. Dünya Savaşı’nda Alman şehirlerinin nasıl bombalanmış olduğunu gözlemlemişlerdi. Ancak yaklaşan felaketin boyutunun ip uçları Mariana Adalarında değil, Hindistan-Çin sınırında fark edilecekti.

Mayıs 1944 tarihinde Himalayalar üzerinde devriye gezen bir Japon avcı uçağı filosu devasa büyüklükte, üzeri kirpi gibi silahlar ile kaplı bazı uçaklar gördüğünü raporlamıştı.  Bu uçaklar 40 metre kanat açıklığına sahip (14 katlı bir bina eş değeri), 4500-5000 km. menzile sahip Boeing B-29 ağır bombardıman uçakları idi. Üstelik bu uçaklar Japon avcı uçaklarının nerdeyse tamamının ulaşamayacağı bir yükseklikte uçtuğu gibi, bu irtifaya ulaşabilen çok az sayıdaki avcı uçağı B-29’ların hızına erişemiyordu. Mariana Adaları düştüğünde Amerikalılar Japonya’nın 3000 km. yakınına kadar ulaşmış durumdaydı. Yani Japon şehirleri artık B-29 menzilindeydi.

Daha vahim bir haber ise Almanya’daki Japon büyükelçisinden gelecekti. İngiliz ve Amerikan bombardıman uçakları 13-15 Şubat tarihinde Doğu Almanya’da yer alan tarihi Dresden şehrine yangın bombaları ile saldırmış, şehir adeta bir meşaleye dönmüştü.

Japonya için cehennemin kapıları 9/10 Mart 1945 gecesi Tokyo’da açılacaktı. Mariana Adalarından havalanan 280 B-29 uçağı şehri bombaladığında yaklaşık 100,000 kişi hayatını kaybedecekti. Bu bombardımandan sonra yaklaşık neredeyse tüm büyük Japon şehirleri benzer bir kaderi paylaşacaktı. Japonya’nın uçaksavar sistemleri ve avcı uçakları bu saldırıları durdurmayı bırakın, saldıran uçaklara anlamlı bir kayıp verdirebilecek olanakta değildi. 9-10 Mart gecesi Amerikalılar sadece 14 uçak kaybetmişti.

Truman’ın başkanlık yemini ettiği sırada  Amerikalılar Japonya’yı işgal etmek için kullanabilecek büyük bir ada olan Okinawa’ya çıkartma yaparlar. Okinawa’da savaş iki ay sürecek ve görülmemiş bir şekilde kanlı olacaktı. Amerikalılar artık Japonya’ya 750 km. ötede, ülkenin işgali için değerli bir üs ele geçirmişlerdi.  

Japonya halen Çin’in önemli bölümü, Endonezya, Burma, Tayvan gibi önemli bölgeleri kontrol eder durumda olmasına karşın bu bölgelerden temin edilecek hammadde ve yiyecek kaynakları Amerikan donanmasının ablukası ve özellikle denizaltı faaliyetleri nedeni ile kullanılamaz durumdaydı.

İyice demode olmuş Japon uçakları yakıt eksikliğinden uçamaz durumdaydı. Sentetik petrol yapımı için ülke genelinde ağaçlar sökülmekte, kutsal sayılan kiraz ağaçları da ayırt edilmemekteydi. Japon İmparatoru Hirohito sarayından çıkma lütfunda bulunduğu zaman geçte olsa savaşı kaybettiklerini anlamıştı. Japon sanayii o kadar felç olmuştu ki, Amerikan bombalarının hurdalarından, kürek ağzı  yapılır durumdaydı.

ABD, 1942 yılından kademe kademe itibaren kırılamaz denilen “Purple” kod isimli Japon askeri haberleşme şifrelerini tamamen kırmıştı. Japonya’nın en önemli haberleşme bilgileri Amerikalıların elindeydi.

ABD Başkanının önündeki gerçekler ve seçenekler

  • Amerikan kamuoyu Japonya’ya karşı Pearl Harbor baskını ve katledilen savaş esirleri nedeni ile halen büyük bir intikam duygusu beslemekteydi.
  • ABD müttefikleri olan Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa ile beraber tüm Mihver Ülkelerinin kayıtsız şartsız olarak teslim olana kadar savaşa devam edileceği kararını almıştı. Bu kararın arkasında iki temel sebep vardı: Alman ve Japon militarizmini tamamen ortadan kaldırılması ve bu iki ülkede insanlığa karşı suç işleyen yöneticilerin uluslararası mahkemelerde cezalandırılması.
  • Japonya’nın başındaki askeri cunta ülkenin uğradığı tüm felaketlere rağmen tüm ülkeye ve orduya tamamen hakimdi. Japon askerleri son mermisine kadar savaşmakta, teslim olmaktansa son bir süngü hücumu ile intihar edecek kadar bir fanatizm ile savaşıyordu. Okinawa ve Saipan’da yerleşik Japon sivillerin önemli bölümü Japon askeri propagandasının etkisi ile Amerikalıların işgalini görmektense, intihar etmeyi tercih etmişti.  
  • Japonlar Çin’deki güçlü kara ordusunu Japonya’ya çekerek Japonya’ya karşı beklenen son Amerikan taarruzuna karşı savunmasını güçlendirmeye çalışıyordu. Kırılmış olan Japon askeri haberleşmesi, Amerikalılara bu yönde tüm detayı sağlıyordu.
  • ABD Genelkurmayı, Japonya’nın istilasının 2 yıl süreceğini, yaklaşık 500,000-1,000,000 Müttefik askerinin hayatına mal olacağını, Japonya’nın sivil ve askeri kayıplarının 5,000,000-7,000,000 kişi arasında olacağını hesap etmişti. Okinawa Savaşı’nda iki ay içinde 300,000 mevcutlu yerel halkın 149,000’ni ya ölmüş ya intihar etmiş ya da kaybolmuştu.  Japonları elinde intihar görevi üstlenecek 2,500 adet uçak ve binlerce canlı torpil bulunuyordu.
  • Japonya’nın işgali durumunda askeri yönetim, elindeki tüm müttefik esirlerinin ortadan kaldırılmasını ya da canlı kalkan olarak kullanılmasını emretmişti. Japonların elinde yaklaşık 100,000 çeşitli ülkelere mensup savaş esiri bulunmaktaydı.
  • Avrupa’da savaş 8 Mayıs’ta bitmiş ve Almanya kayıtsız şartsız teslim olmuştu. Sovyet orduları Orta Avrupa, Balkanlar, Doğu Almanya ve Doğu Avrupa’yı tamamen “kurtarmıştı”. Kızılordu tarafından “kurtarılmış “olan Doğu Avrupa ülkelerinde savaş öncesi hükümetleri destekçileri ve ılımlı siyasetçiler tutuklanmaya ve ortadan kaybolmaya başlamıştı. Sovyetler, savaş sırasında Batılı Müttefikleri ile Doğu Avrupa ve Balkanlar konusundaki tüm anlaşmalarını fiilen çiğner durumdaydı. Aynı zamanda Sovyetler Birliği ile savaş sonrasında Almanya ve Avrupa’nın geleceği konusunda önemli anlaşmazlıklar mevcuttu.  Müttefiklerin son bir defa bir araya geldikleri Potsdam Konferansında da bu anlaşmazlık daha da büyüyecek idi. Eski Başkan Roosevelt dışında Amerikan yönetimi 1944’ten itibaren Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nin pek de demokratik ve barışçı bir dünya düzeni hedeflemediğini fark etmişti.
  • Savaşın son perdesinde Japon orduları halen Çin’in önemli bir bölümünü kontrol eder durumda idi. Pasifik Savaşının tohumları Japonya’da iktidarı ele geçiren askeri cuntanın 1937’de Çin’i işgal etmesi ile atılmıştı. Çin’in 1937-1945 arasındaki askeri sivil ve askeri kayıpları yaklaşık olarak 7.5-10 milyon kişi düzeyindeydi. Çin’de savaşan Japon ordusu hükümetin ve genelkurmayın emirlerini işine gelmediği zaman dinlemediği gibi, bu orduya mensup askerin işledikleri savaş suçlarının boyutu ancak Nazilerin işledikleri ile kıyaslanabilirdi.  
  • Çin’in kurtarılması için iki seçenek vardı: Japonya’nın kayıtsız şartsız teslim olması veya Sovyetler Birliği’nin Uzakdoğu’da stratejik bir taarruz düzenlemesi.
  • Manhattan Projesi 1945 fiyatlarına göre 2 milyar USD (2018 fiyatları ile 23 milyar USD) maliyet ile tamamlanmak üzereydi. Böyle bir maliyetle geliştirilmiş olan silahların kullanılmamasının alternatifi, savaşın iki yıl daha sürmesi ve milyonlarca asker ve sivilin ölümü olabilirdi.

Ve Başkan Truman’ın kararı…

Manhattan Projesi’ni sonuçlandıran son adım 16 Temmuz 1945 tarihinde New Mexico’da yapılan ilk atom bombası denemesi olacaktı. İşgal edilmiş Almanya’nın başkentinde toplanan Potsdam Konferansına, Truman cebinde atom bombası kartı ile girecekti.

Potsdam Konferansı Müttefiklerin en üst düzeydeki son konferansı olacaktı. Konferansın amacı dünyayı ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin kontrol ettiği nüfus bölgelerine ayırarak, güçler arasında uyumlu ve barışçıl bir dünya düzeni kurmaktı.

Amerikan Başkanı, Sovyet lideri Stalin’e ABD’nin “görülmemiş bir yıkıcılığa sahip bir silah” geliştirmiş olduğunu belirttiği zaman, Sovyet lideri bu ifadeyi görmezden gelerek başkanı şaşırtacak bir şekilde omuz silkmişti.

Potsdam Konferansı üç büyük güç açısından tam bir başarısızlık oldu. Sovyetler de facto olarak ellerinde olan Orta ve Doğu Avrupa ile Balkanların önemli bir bölümünde tam bir Demirperde kurmaya devam edecekti. Artık Soğuk Savaş kaçınılmazdı.

Amerikalıların ceplerine koydukları tek başarı, Sovyetler ’den Uzakdoğu’daki savaşa katılma sözünü almaları olacaktı. Gerçi Amerikalıların Sovyetleri Uzakdoğu’ya bulaştırmaları stratejik bir hataydı. Bu hatanın bedeli Çin İç Savaşı sonucunda komünistlerin Çin’i ele geçirmesi ve Kore Savaşı olacaktı.

Potsdam Konferansı, 2 Ağustos 1945’te Japonya’ya karşı son bir ültimatomun kaleme alınması ile tamamlandı. Ültimatom, Japonya’yı derhal kayıtsız ve şartsız bir şekilde teslim olmaya davet ediyor aksi halde görülmemiş bir yıkım ile karşı karşıya kalacağını belirtiyordu. Sovyetler Birliği henüz Japonya ile savaş girmemiş olduğundan dolayı ültimatoma imza atmamıştı.

Japonya ültimatoma yanıt vermeyecekti. Cuntanın şahin kanadı halen savaşın kaybedilmiş olduğunu düşünenleri tamamen sindirmişti.

ABD Pasifik Savaşında Japonya’yı yenmiş, muazzam donanmasını yok etmiş, Japonya’yı abluka altına almış, büyük  Japon şehirlerinin tamamını görülmemiş bir şekilde bombalayarak adeta yok etmişti. Ancak Japonya’nın kayıtsız ve şartsız bir şekilde teslim olmasını engelleyen askeri cuntanın hakimiyeti nedeni ile ortaya iki seçenek kalmıştı.

  • Japonya’nın işgali
  •  Atom bombalarının kullanılması

ABD Başkanı ikinci seçeneği kullanacaktı.

İki atom bombasının hikayesi

Atom bombasının hangi sayıda ve hangi şehirlere atılacağı da tereddütlü bir konuydu. Japon şehirleri Temmuz 1945’te harap haldeydi. Bombanın kullanılacağı şehrin daha önce çok hasar almamış olması ve askeri hedef değerinin de olması gerekiyordu. Başkent Tokyo, imparator ve ailesinin bu şehirde bulunması nedeni listeden çıkarıldı. İlk listedeki hedefler Hiroşima, Kokura, Yokohoma ve eski imparatorluk başkenti 1,000,00 nüfuslu Kyoto idi.  Manhattan projesinin direktörü hedefin büyüklüğü nedeni ile Kyoto üzerinde ısrarcı olmasına rağmen, ABD Savaş Bakanı Stimson’ın yoğun çabaları ve ısrarı ile Kyoto listeden çıkarıldı.

Yerine birinci hedef olarak Hiroşima, ikinci hedef olarak da Kokura olarak seçildi. Zaten ABD’nin elinde sınırlı sayıda bomba yapacak nükleer malzeme vardı.  Tahminen Amerikalılar Eylül 1945 sonuna kadar beş bomba, 1945 sonuna kadar sekiz bomba yapabilecek hammadde ve üretim kapasitesine sahipti.

6 Ağustos 1945 tarihinde iki B-29 Mariana Adalarından havalandı. Bu uçakların biri bombayı taşırken, diğeri vakayı belgeselleştirmek için kameralar ile donatılmıştı. Avcı uçağı eskortlarına dahi gerek yoktu. Uçaklar Japon avcı uçakların erişemeyeceği ve uçaksavar bataryalarının menzili ötesinde oldukça yüksek irtifada uçuyordu. 20,000 ton TNT eşdeğeri yıkıcılığa sahip atom bombası Hiroşima üzerinde patlatıldığı zaman uçaklar oluşan şok ve ısı dalgasından kaçınmak için irtifalarını daha da yükseltmek zorunda kaldı. Bu atom bombası zenginleştirilmiş uranyum hammaddesi ile çalışma prensibine sahipti. “İnce ve narin” görünümü nedeni ile “Little Boy” ismi verilmişti.  

Japonlar Hiroşima ile tüm bağlantının kesildiğini fark ederek, şehre uçakla bir iletişim subayı gönderdi. Uçak daha şehre 150 km. ötedeyken, mürettebat, bombanın meşhur mantar şeklindeki bulutunu gördü. Uçak şehrin üzerine geldiği zaman şehrin tamamen imha edilmiş olduğu ortaya çıktı.  

Ardından Truman’ın radyo açıklaması Japonya’da duyuldu. Amerikan Başkanı; proje maliyeti 2 milyar USD olan atom bombası projesinin nihayete erdiğini ve projenin Almanların atom bombası programından önce başarıya ulaştığını belirterek, Japonya’yı son bir defa daha uyardığını ve Potsdam Ültimatomunu kayıtsız şartsız kabul ederek, teslim olmaları gerektiğini belirtiyordu.

Bu arada Japonya’daki muazzam sansürü kırmak için Amerikalılar, Mariana Adalarına kurmuş oldukları devasa radyo yayın tesisleri ile Japon halkına hitap ederek, Japonya’nın derhal teslim olması gerektiğini ve aksi halde tüm Japon şehirlerinin aynı akıbete uğrayacağını ve sivillerin büyük şehirleri boşaltması gerektiğini belirtiyordu.

Japon Hükümeti Hiroşima’ya kendi atom bombası programında çalışmakta (ki program oldukça geride ve durdurulmuş idi) olan bilim adamlarını göndererek, şehrin nükleer bir saldırı ile yok edildiğini teyit etti. Ancak Japon Başbakanı, kabine kararı olarak Amerikalıların elinde bir-iki bomba olabileceğini, tüm oluşabilecek yıkıma karşın savaş devam edileceğini açıkladı. Amerikalılar, Purple sistemini kırdıkları için kabinedeki bu kararın askeri birliklere iletimi sırasında mesajı deşifre etti.

5 Ağustos 1945 tarihinde, Sovyetler Birliği sözünü saati saatine tutarak Japonya’ya savaş ilan etti. II. Dünya Savaşı’nın tamamında Alman ordularının %85’ini imha etmiş Sovyet zırhlı birlikleri sürat ile karşısındaki direnişi kırarak sadece iki günde hedeflerine ulaştı.

9 Ağustos 1945 tarihinde ise Amerikalılar ikinci atom bombasını Nagazaki’ye attı. Bomba, ilk hedef olan Kokura üzerinde bulut tabakası olduğundan dolayı, ikincil hedef olan Nagazaki’ye atılmıştı. Nagazaki, Kyoto’nun da bulunduğu aylar önce hazırlanan ilk listede yer alan şehirler arasında dahi değildi.  Bu atom bombası plütonyum tabanlı bir bomba idi. Amerikalıların her şeyi isimlendirme saplantısı ile bu bombanın ismi görünüşüne uygun bir şekilde “Fat Man” olarak adlandırılmıştı. 

Japon kabinesi ikinci atom bombasının haberini alınca yeniden toplandı. Toplantıya gelen bir haber toplantının seyrini değiştirdi. Japonya üzerinde düşürülen bir avcı uçağı pilotu işkence ve zorlama ile Amerikalıların elinde yüze yakın bombanın hazır olduğunu söylemişti. Aslında pilot bu yalanı kendisi sorgulayanların duymak istediklerini anlayarak söylemişti.

Kabinede yine de bir uzlaşma sağlanmadı. Japon Başbakanı, kabineden karar çıkmayınca imparatorun duruma müdahil olmasını talep etmek üzere saraya gitti. İmparator, imparatorluk geleneğini muhafaza etmek kaydı ile Potsdam ültimatomunun tüm koşullarını kabul ettiğini kabineye bildirdi ve Japon halkına radyoda kararını açıkladı. Japonlar, ilk defa imparatorlarının sesini bu vaka ile duymuş oldu. Radyo yayını öncesinde askeri cunta içinde en aşırı kanat yayını kesmek ve hükümeti devirmek üzere girişimde bulunmasına rağmen başarılı olamadı.

Oyun teorisi bu trajik olayların içinde iki önemli safhada kullanılmış oldu. Oyun teorisini geliştiren Von Neumann Manhattan Projesinde kilit bir rol taşıyordu. Yarattığı matematiksel modeller ile fizikçilerin önünü açtı. Bu modeller olmasaydı proje daha teori aşamasındayken tıkanabilecekti.

Oyun teorisi ikinci safhada atom bombalarının kullanılıp kullanılmayacağı ve kullanılacaksa ne şekilde kullanılacağı konusunda Amerikan yönetimine yol göstermek için kullanıldı. Amerikalılar, ilk defa atom bombası kullanmanın ve birçok sivilin ölümüne sebep olmanın tarihsel yükünü üzerine almayı tercih ederek; savaşı derhal bitirme ve “müttefikleri” Sovyetler Birliği’ne bir gözdağı verme faydalarına ulaşmayı seçmişti.

Epilog

ABD’nin Mart-Ağustos 1945 döneminde sadece B-29’ların yangın bombaları ile yaptığı stratejik hava taarruzları yaklaşık 1,000,000 kişinin hayatına mal olacaktı. Bu kayıplar, iki atom bombasının sebep olduğu kayıpların beş katıdır.  

Sovyet liderinin Potsdam ’da neden Truman’a omuz silktiği dört yıl sonra anlaşılacaktı. Manhattan Projesi’nin varlığından Truman’a başkan yardımcısı iken dahi söz edilmemişken, projenin kalbinde yer alan meşhur fizikçi Klaus Fuchs aynı zamanda bir Sovyet ajanıydı. Stalin, Potsdam ’da iken projenin tüm detayları konusunda bilgi sahibi idi. Nitekim Sovyetler Birliği 29 Ağustos 1949 yılında tüm Dünya’yı şaşkına çevirecek ilk atom bombası denemesini yaptı. Bu bomba Nagazaki üzerine atılmış olan “Fat Man” bombasının neredeyse aynısı idi. 

Burak Köylüoğlu

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!