Haftalık Ekonomi Notlarım

Burak Köylüoğlu

FED politika faiz oranını 25 baz puan arttırdı.

Amerikan Merkez Bankası, FED, politika faizini 25 baz puan yükselterek %4.5-4.75 hedef aralığına çekti. Daha önce Aralık 2022’de 50 baz puan ve bundan önce dört defa 75 baz puanlık artışlardan sonra; politika faiz oranın artış hızı yavaşlamış oldu. Süratli faiz artışları ve FED’in bilanço daraltmaya devam etmesi ile ABD enflasyonu, Haziran 2022’de yıllık %9.1 tepe noktasından düşmeye devam ederek Aralık 2022’de yıllık %6.5 olarak gerçekleşmişti.

Son 25 baz puan faiz artışı ile, FED düşmeye devam eden enflasyonu dikkate alarak faiz artış hızını yavaşlattığını belli etmiş oldu. Tahminim, bundan sonra politika faizinde iki defa 25 baz puan artıştan sonra politika faizinin %5-5.25 bandında bir süre bırakılacağı yönünde. Piyasanın beklentisi ise enflasyonun hızla düşmeye devam edeceği ve FED’in 2023 ikinci yarısında faiz indirimine başlayacağı yönünde. Ben ise aynı kanıda değilim.

Her ne kadar Powell; efsanevi FED Başkanı Paul Volcker veya eski Bundesbank Başkanı Hans Tietmeyer’ın  ödünsüz yaklaşımına veya teknik kalibresine sahip olmasa da, enflasyonun ABD ekonomisine yerleşmemesi için kararlı görünüyor. Tahvil ve sermaye piyasaları fazlası ile FED’in ileri vadeli politikasından iyimser olarak ayrışmış durumda. 

Amerikan işsizlik verisi Ocak 2023 itibari ile %3.4’e kadar düştü. Bu veri 53 yılın en düşüğü. Amerikan ekonomisi %5 işsizlik oranı ile anılan “full employment” düzeyini de geçecek kadar canlı durumda. İşsizlik verisi, tarım dışı işe giriş (nonfarm payroll) artışının beklenmedik ölçüde yüksek olması (517,000 kişi) ve hatta haftalık ortalama çalışma saatinin artışı gibi istihdamın seyrini gösteren göstergeler; ABD enflasyonunun düşüşünün belli bir düzeyden sonra kolay olamayacağını gösteriyor. Genel olarak işsizlik oranı yüksek seyreden Afrika kökenli Amerikalıların dahi işsizlik oranı %5.4 düzeyinde. Şu an ABD enflasyonunu katı tutan iki önemli değişken var: İşgücüne talebin canlılığı ve bunun sonucu olan ücret artışları ile hane halkının harcama dürtüsü.

Beklentim özellikle FED’in yıllık enflasyonu %5’in altındaki bölge içinde indirmesinin kolay olmayacağı yönünde. Bu neden ile FED faizleri yüksek tutmaya 2023 boyunca zorunlu kalabilir. Zaten 2008 sonrası ve Pandemi dönemindeki parasal genişleme ile Demokratların Neo-Keynesyen yaklaşımı ile beraber bomba haline gelen Amerikan enflasyonu bir hastalık gibi tüm dünyaya yayıldığı gibi, Ukrayna Savaşı ve ABD-Çin mücadelesi de bu enflasyon ateşini sıcak tutuyor.

ABD borç tavanı meselesi devam ediyor.

Demokrat Parti kökenli Başkan Joe Biden ile Temsilciler Meclisi Cumhuriyetçi kökenli sözcüsü Kevin McCarthy, 28.4 trilyon USD borç tavanının arttırılması için bir araya geldi. Demokrat yönetim,  3.5 trilyon USD daha harcama yapmayı planlarken, muhalefetteki Cumhuriyetçiler yönetimden anlaşma karşılığı ödün koparma hedefinde. 1995 ve 1996 yıllarındaki krizde ABD Federal Hükümeti resmen kapanmak zorunda kalmıştı. 2011 yılındaki krizde ise S&P, ABD devlet tahvillerinin notunu kırmış idi. Demokratlar 2024 başkanlık seçimi için harcamalara tam hız vermek isterken, Cumhuriyetçiler bir bütçe krizine sebep olan taraf olarak gözükmeden Demokratların istediği ilave alanı daraltmaya çalışacaktır.

1995-1996 ve 2011 yıllarındaki krizlerin tekrarlanmasını beklemiyorum. Demokratlar bu işi krize vardırmadan daha küçük bir dilim ile yetinecekler. Hele ki 2024 başkanlık seçimi için Cumhuriyetçi tarafta eski başkan Donald Trump’ın halen güçlü bir aday adayı olduğu dikkate alınırsa.  

ECB  politika faizini 50 baz puan  arttırdı. 

Avrupa Merkez Bankası, ECB, politika faizini 50 baz puan arttırarak %2.5’a çekti. Euro Bölgesi’ndeki enflasyon yıllık anlamda 3 aydan beri düşüyor. Ancak manşet enflasyon yıllık %8.5 gibi oldukça yüksek bir oranda. Euro Bölgesi’nde büyüme (preliminary EuroStat data) 2022 4. çeyrekte %0.1 gibi oldukça düşük bir düzeyde. Avrupa’daki enflasyonun temelinde yüksek enerji fiyatları yatıyor. Eğer 2022-2023 kışı ılık değil sert geçmiş olsaydı ve Avrupa’da sürat ile LNG aktarım ve depolama kapasiteleri kurulmasaydı, Avrupa’da sert bir stagflasyon konuşabilirdik. Ancak Avrupa’nın riskleri halen masada. Ukrayna Savaşı’nın gidişatı belli değil ve yakın zamanda başlaması beklenen 2023 Rus taarruzu savaşı tırmandırabilir.

IMF dünya ekonomisi için daha iyimser.

IMF, küresel ekonomi için 2023 yılı büyüme tahminini %2.9’a yükseltti. Bu iyimserliğin temelinde Amerikan hane halkı harcamalarının güçlü (işsizliğin çok düşük seyretmesi ile beraber), Çin’in “zero Covid” politikasını terk ederek, Çin ekonomisinin yeniden açılması yer alıyor. 2022 yılında küresel ekonominin %3.4 oranında büyümüş olduğu öngörülüyor. IMF, gelişmiş ekonomilerin 2023 yılında %1.2 oranında büyümesini beklerken, gelişmekte olan ekonomilerin %4 oranında büyümesini bekliyor. 2023 yılında dünyanın ekonomik büyüme lokomotiflerinin ise Çin (%5.2) ve Hindistan (%6.1) olması tahmin ediliyor. İngiltere hariç gelişmiş ekonomilerde daralma beklenmiyor. Euro Bölgesi 2023 yılında %0.7 oranında büyüme ile ılımlı bir stagflasyon içinde olacak.

Nassim Taleb’in danışmanı olduğu Universa Fonu küresel piyasalarda bir saatli bombanın çalıştığını belirtti.      

Meşhur “Siyah Kuğu” teorisini ortaya atmış olan Nassim Taleb, Universa Hedge fonunun danışmanı olarak görev yapıyor. Fonun baş yöneticisi (chief investment officer) Mark Spitznagel küresel ekonomideki muazzam borç miktarının 1929 Büyük Buhranı (Great Depression) benzeri bir krize yol açacağını belirtti. Her ne kadar Spitznagel’ın verdiği rakamlar doğru ve ürkütücü olsa da, Universa müşterilerini aşırı piyasa risklerinden korumayı hedefleyen bir “tail-risk fund” olduğu için bu söylem kısmen bir pazarlama tekniği olabilir. 

Yaklaşımım küresel borç düzeyinin tehlikeli bir düzeyde olmasına rağmen, asla bir 1929 Büyük Buhranı ile karşılaşmayacağımız yönünde. 2030 yılına kadar bu yüksek borçluluğun, dünya ekonomisinde, bir “Three Miles Island” benzeri bir nükleer santral kazası yaratmasını bekliyorum. Ama öngörülen bu krizin, bir Çernobil nükleer santral kazası ölçeğinde olmasını beklemiyorum. Çünkü bu ekonomistler, borç ve alacağın bir ekonomi değil bir muhasebe terimi olduğunun farkında değil. Sistemde bu kadar yüksek bir borçluluk varsa karşılığında bu kadar da alacak var. Bir borç krizinin katastrofik hale gelmesinin tek koşulu var: O da alacaklıların bir kriz anında borçları yapılandırmayı kabul etmeyip, bir likidite krizi yaratmaları.

Diğer yandan Prof Dr. Nouriel Roubini’nin de işaret ettiği şekilde bu yüksek borçluluğun eninde sonunda müthiş bir düzeltme (market correction) yaratacağı kesin gibi. Rakamlar bu kaçınılmaz eğilimi açıkça gösteriyor: Küresel borçların, küresel gelire (world GDP) oranı 1999 yılında %200 iken, 2021 yılında %350’ye yükseldi. Bu oran ABD’de %420, Çin’de %330, gelişmiş ekonomilerde ise %420 düzeyinde. Bu eğilim 1990’lı yıllarda başlayan küreselleşmenin önemli bir yan tesiri.      

Japonya’nın ortodoks olmayan para politikası ilgi çekici hale geliyor.

Japonya 1991 Varlık Krizi sonrasında, hedeflediği enflasyon ile Ukrayna Krizi sayesinde tanıştı. Japonya’nın ekonomik mucizesini bitiren bu büyük krizden sonra gelen, 2008 Küresel Ekonomik Krizi, Japonya’yı 30 yıl boyunca sıfıra yakın büyüme ve halkın tüketimini kısarak düşürdüğü aşırı tasarruf tuzağına düşürdü. Yüksek tasarruf oranları ve çok düşük enflasyon, gelişmekte olan ülkeler için müthiş bir başarı gibi gözükse de, Japonya gibi dünyanın üçüncü büyük ekonomisi için halkın elindeki parayı harcamaktan kaçınarak, yurtiçi ekonomiyi durduracak noktaya getirmesi ayrı bir ekonomik sorun oluyor.

Üstelik bu tuzağa düşünce çıkmak çok zor oluyor. Fiyatlar artmayınca, hane halkı tasarrufları arttırıyor, merkez bankası ve bankalar aracılığı ile ne kadar para tabanı artırılsa dahi bireylerin tuttuğu servet harcamaya dönmüyor. Japonya’nın içinde bulunduğu durum, tam olarak düşük büyüme-sıfır enflasyon-yüksek tasarruftan oluşan üçlü bir tuzak. Bir Japon olduğunuzu düşünün. Fiyatlar artmıyorsa neden harcama yapasınız? Üstelik aldığınız mallar uzun ömürlü ve kültürünüz tasarruf odaklı ise.

2008’den  sonra BOJ (Bank of Japan) uzun vadeli tahvil piyasasında alım yaparak, yeni yaratılan para ile enflasyonu yükseltmeyi hedeflemişti. Bunun nedeni ise kısa vadeli politika faizini düşürme silahının artık işe yaramaması idi. Çünkü Politika faizi zaten sıfır düzeyinde idi. 2016 yılında BOJ bilançosu artık balon gibi şişmiş hale gelince, BOJ bu kez uzun vadeli tahvil piyasasına bir getiri tavanı (yield cap) getirdi. Ukrayna Savaşı küresel enflasyonu yükseltince bu tavanın bir anlamı kalmadı ama BOJ bu tavanı Aralık 2022 tarihinde %0.25’ten %0.50’ye yükselterek korudu.

Japonya’da yıllık enflasyon Ocak 2022’de %0.5 düzeyinde iken, Aralık’ta yıllık %4’e yükselmişti. Böyle bir ekonomide merkez bankasının alım yaptığı 10 yıllık tahvillere %0.5 getiri sınırı koymuş olması oldukça ilginç.

Biliyorsunuz borçlanma piyasalarında, tahvil getirileri ile tahvil değerleri ters işler. Eğer bu kadar düşük getiri ile tahvil almaya devam ederseniz, “getiri tavanı” nedeni ile değeri şişirilmiş tahviller alırsınız ki, bu da BOJ için doğrudan zarardır. Ayrıca enflasyon, kısa vadeli faizleri yukarıya ittirdiği takdirde, tahvil alım programından oluşan zarar daha da çok artacaktır. Kaldı ki, günümüzün küresel ölçekte yaygın bir meselesi olan maliyet enflasyonu karşısında, halen tahvil alımı programını bu şekilde sürdürmenin ve para tabanını genişletmeye devam etmenin, Japonya için akılcı bir politika olduğunu düşünmüyorum.

Japonya için, Aralık 2022 itibari ile oldukça yüksek bir düzeye gelmiş enflasyonun, iç talebi canlandırmasını beklenmesi BOJ için daha anlamlı olurdu.

Almış olduğum notlarımın özeti burada bitiyor. 2023 yılının geri kalanı, sürprizlere oldukça açık görünüyor.

Burak Köylüoğlu

5 Şubat 2023

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!