Bu yazıda Türk Bankacılık Sektöründe ticari ve kurumsal kredi oluşturma mekanizması ele alınacaktır.
Türk Bankacılık Sektörünün toplam kredileri 7 Eylül itibari ile 1.6 Trilyon TL düzeyinde seyrediyor. Brüt takipteki alacaklar rakamı ise 53.7 Milyar TL düzeyinde yer alıyor. Bu verilere göre, toplam sorunlu kredilerin oranı %3.3 gibi makul sayılabilecek bir rakama isabet ediyor.
Bu rakamların içinde genel olarak bireysel, perakende, ticari ve kurumsal krediler bulunuyor.
Bu rakamlar içinde çok önemli iki değişken tanımlı değil. Bu değişkenlerden biri bilançodan varlık şirketlerine satılarak çıkarılan krediler. Diğer bir deyiş ile daha önceden devir edilen kredilerin nominal değerleri ile satış değerleri arasındaki fark zaten zarar yazılmış.
Kredi büyüklükleri içinde yer alan ama doğru sınıflandırılmayan asıl önemli bölüm ise “yüzdürülen krediler” diye tabir edilen bölüm. İşte bu bölüm Türkiye Ekonomisinin karanlıkta kalmış olan en can alıcı noktalarından biridir.
Yüzdürülen krediler olarak tanımlanan kısmı oldukça geniş bir tanım ile yapılandırılmış kredilerden, I. sınıfta yer alan ama aslında geri ödeme olanağı sınırlı, firmalarda sermaye haline gelmiş kredilere kadar tanımlıyorum. Ne yazık ki, bu konuda varsayımlar dışında sektörün genelinde detaylı ve tutarlı yayınlanmış bir araştırma yok.
Sektörde yer alan büyük bankalardaki yönetici pozisyonunda çalışanların tahminleri, brüt takipteki alacaklar ve yüzdürülen krediler ile bilançodan satış ile çıkarılmış kredilerin etkisini hep beraber hesaplandığı zaman problemli kredi-canlı kredi oranının oranın %7-9 aralığına kadar ulaştığını ifade ediyorlar.
Nitekim görünen oranın neredeyse 2-3 katı olarak tahmin edilen bu oranının arkasında temel olarak üç faktör yatıyor:
1. Türkiye’nin 2008’de başlamış olan Global Ekonomik Krizden son 8 yıldan beri birikimli olarak etkilenmesi, 2002-2008 yılları arasındaki hızlı büyüme döneminin ekonomide yer alan pek çok temel sorunu gizlemiş olması ve bu sorunların Global Ekonomik Kriz ile beraber bileşik bir etki yapması.
2. Kurumsal ve ticari kredi kullanan sanayi ve hizmet sektöründeki kurumların nisbi rekabet gücü ve verimlilik düşüşü. Reel sektörde kurumsal yönetim, stratejik yönetim ve finansal yönetim anlamında gelişmiş ülkelerdeki uygulama ile aramızın açılması.
3. Bankaların strateji, hedef, organizasyon ve kredi süreçlerindeki zayıf noktaları
İlk iki madde tamamen ayrı birer yazı konusudur.
Bireysel ve perakende bankacılık kredileri, işleyiş anlamında ticari ve kurumsal kredilerden ayırıyorum. Ayrılma nedeni basit: Bireysel ve perakende krediler temel olarak, kitlesel ürünler olarak bankaların birim maliyeti optimize ederek çok sayıda müşterilere ulaştıkları standart ürünlerdir. Bir cins süpermarket ürünü gibi.
Ancak bireysel ve perakende bankacılıktaki “güya başarı modelinin”, ticari ve kurumsal kredilere taşınması pek çok sorunu ortaya çıkardı. Bu yönetim tarzını bankacılık sektörünü genel olarak değerlendirmiş olduğum Süpermarket Bankacılığının Sonu: Türk Bankacılık Sisteminin Kısa Eleştirisi isimli yazımda eleştirmiştim.
Ticari ve kurumsal kredilerin süreçlerinde son yıllarda oluşmuş olan zayıflıkları sekiz temel parametrede incelemek gerekir.
I. Kar ve büyüme hedefleri, bankaların dikkatini riskten uzaklaştırdı
Türk Bankacılık sistemi, 2008 öncesinden başlayarak, kurumsal ve ticari kredilerdeki kalite bozulmasını, karlarını korumak amacı ile göz ardı etme tercihinde bulundu. 2008 yılı sonrası gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının aldıkları parasal genişleme politikalarının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini sürekli istim üzerinde tutabileceğini varsayıldı. Türkiye ekonomisindeki orta vadeli olarak devam eden verimlilik ve rekabet gücü düşüşünün sanayi sektörünü nasıl etkileyebileceğini hesaplanmadı. Özellikle, talep ve arzın makro olarak oynandığı rant kazancı yaratılan sektörlerde, sağlıklı kredi büyümesinin sürekli olabileceği düşünüldü.
II. Sektörel yoğunlaşma, orantısız kredi portföyleri oluşturdu.
Orta ve büyük ölçekli bazı bankalarda kredi portföyü içinde belli sektörlerdeki yoğunlaşmadan dolayı, portföy kalitesinin bozuldu. Özellikle portföylerini turizm, enerji ve inşaat sektörlerinde yoğunlaştıran bazı bankalarda bu sorun daha da akut hale geldi. Bu sektörlerde yüksek risk-yüksek kredi karlılığı-yüksek maddi teminat bileşkesi ile yaratılan krediler, kâğıt üzerinde karlı ve canlı, fiilen ise donuk hale geldi. Özellikle diğer bankaların risklerini daha yüksek karlılık beklentisi ile alınma yarışı, yanlış firmalarda yanlış bir rekabetin oluşmasına yol açtı.
Nitekim BDDK’nın kredi karşılıkları ile yayınlamış olduğu son yönetmeliklerde bankalara bu kredilerin yeniden yapılandırma ve karşılık ayırma süreçlerinde getirmiş olduğu bir takım kolaylıklar dikkat çekici olduğu kadar, aynı zamanda sorunun ne kadar büyük olduğunun göstergesidir.
III. Finansal analiz ve kredi tahsis bölümlerinde çalışan profesyonellerin uzmanlık düzeyi yeterince arttırılmadı.
Ne yazık ki, Süpermarket Bankacılığı ile Türkiye’de bankacılığın bir uzmanlık mesleği olduğu unutuldu. Bankaların en önemli risk yönetim süreçleri içinde yer alan dört önemli bölüme daha çok yatırım yapılması gerekirken, elinde şablonlar ve bankanın kredi yönetmeliği ile finansal analizden kredi tahsisine kadar doğru kredi kararı vermeye çalışan bankacılar toplulukları oluştu.
İyi bir kurumsal ve ticari finansal analist/kredi analistinin temel muhasebe alanında; kayıt aşamasından, dönem sonu işlemlerine, mizan oluşturulmasına, mizandan finansal tabloların oluşumuna kadar bilgi sahibi olması gerekir. Doğru kredi kararı verebilmek için Türkiye’de temel finansal tabloları analiz etme becerisi kadar, temel finansal tabloları oluşturan hesap planının detaylı analizi önemlidir.
Bırakalım temel muhasebe işleyişini, hesap planına tam hakim olmayan çok sayıda bankacı ile karşı karşıya geldiğimi hatırlıyorum.
Yoğun hedefler baskısı ile uzmanlaşmaya fırsat bulamayan bankacılar, piyasadaki kurtlar sofrasında iş yapmaya çalıştı.
Genel muhasebe bilgisi dışında Türkiye’deki kamu ve vergi düzenlemelerinin, firmaların finansal tablolarına nasıl etki yaptığını ve faaliyetlerine olan etkisini ölçecek mevzuat bilgisine sahip olunması da çok önem taşıyor.
Örneğin son dönemin önemli gelişmelerden biri olan 6736 sayılı kanunun kurumların finansal tablolarına ve vergi yükümlülüklerine olacak etkilerini kavramış profesyonel bankacıların oranının daha yüksek olması beklenir idi.
IV. Mali analiz ve kredi tahsis bölümlerinin performans ölçütleri doğru tanımlanmadı.
Bankalarda özellikle bu iki bölümde temel performans kriterleri, birim zamanda yapılan analiz ve kredi kararı sayısı, kredi kararları sonucu oluşan kredi kalitesinin bileşimi üzerine kurulur.
Yapılan analiz ve kredi kararının arkasındaki gerekçelerin niteliği ve kalitesi, evrensel standartlara göre tesis edilmesi gereken ama risk korkusu nedeni ile tesis edilmeyen kredilerin tutar ve toplam kredi kararları içindeki oranı gibi parametrelerin bu bölümlerin performansına yeterince dahil edilmesi göz ardı edildi.
Bu nitelikte performans kriteri oluşmayınca, bu bölümlerde hata yapmama ve riskten kaçınma eğilimi oluştu. Finansal analiz raporları ve kredi analiz raporları şartlı ve “ama”’lı oluşmaya başladı. Riski alma kararı giderek kredi tahsis bölümlerinde en yüksek kademeye ve kredi komitesine bırakılma eğilimi baş gösterdi.
V. Kredi süreçlerinde kurumların ürün maliyet yapısı ve fiyatlama esnekliği ilişkisi yeterince dikkate alınmadı.
Maliyet muhasebesi kavramına sahip olunmadan, bir kurumun yaptığı işi ölçmek olanaklı değildir. Temel maliyet değişkenlerinin ne olduğu, maliyet yapısındaki sabit, yarı değişken ve değişken maliyetlerin nasıl oluştuğu, ürün maliyeti ve fiyatlama ilişkisinin analizi, ürün maliyeti ve fiyat ilişkisi anlamında işletmenin ekonomik olup, olmadığının değerlendirilmesi gibi değişkenler finansal analiz ve kredi tahsis aşamalarında daha detaylı ele alınmalıdır.
Unutulmaması gerekir ki, kredi tesis edilmiş bir kurumda sağlıklı nakit akışı kısa ve orta vadeli kritik bir değişken iken, orta ve uzun vadede firmanın maliyet yapısı ve pazar/ürün/fiyat değişkenleri ağır basmaya başlar.
Bu tez, sağlıklı kurum ve sağlıklı kredi ilişkisine taşınırsa, kredi verilen kurumun kısa vadeli sağlığı, sağlıklı ve sürekli nakit akışına, orta ve uzun vadeli sağlığı da kurumun ürettiği mal ve hizmetlerinin maliyet yapısı ve fiyatlama esnekliğine dayanır demek yanlış olmayacaktır.
Ticari ve kurumsal kredilerin önemli bir kısmı kısa vadeli krediler olsa dahi, kısa vadeli kredi değerlendirmeleri uç uca eklenirse orta vade/uzun vadeli bir kredi ilişkisine dönüşür.
Bu neden ile bankacılık sektöründe sağlıklı bir kredi değerlendirmesi, klasik bir finansal analizin yanı sıra yukarıdaki değişkenlerin de değerlendirmesi ile yapılabilir.
VI. Kredi analizinde sektör, alt sektör ve firma ilişkilerinin yeterince değerlendirilemedi.
Bankalar açısından dönem dönem bazı sektörler bankalar için sıcak bakılan, bazı sektörler de soğuk bakılan bir yerde olmuştur.
Örnek vermek gerekirse, bu bakış ile kredi yönetimi yapılan sektörlerin ilk sıralarında yer alan sektör tekstil ve hazır giyim sektörüdür. Yıllar önce son derece iyi yönetilen, tekstil sektörünün alt sektörden birinde çalışan atık kumaştan rejenere iplik üreten bir firmanın işini büyütecek fırsatı yakalamasına rağmen, bankaların firmayı klasik iplik üreticileri ile aynı kefeye koymaları nedeni ile bırakın yatırım kredisi alabilmeyi, mevcut kredi limitlerini dahi muhafaza etmek için gayret gösterdiğini hatırlıyorum. Hâlbuki firma bankalar tarafında riskli olarak değerlendirilen tekstil sektöründe olmasına rağmen, sektörden kendini her yönü ile ayrıştırmış durumda idi.
Geçmişten başka bir örnek ise, bilişim ürünleri ithalatı ve distribütörlüğü yapan bir firmanın, sektördeki gelişmeler nedeni bankalar tarafından yakın izlemeye alındığı başka bir örnekte, firmanın kar marjı yüksek ve ürün ömrü nispeten daha uzun bilişim ürünleri üzerine faaliyet gösterirken, sektördeki %2-5 aralığında kar marjı ile çalışılan ürün ömrü nispeten kısa, temel donanım distribütörleri ile karıştırıldığı hatırlıyorum.
VII. Şubelerin risk izleme ve finansal analiz süreçlerindeki rolünü azaltıldı.
Bankaların çoğu, şubelerini ve kadrolarını son yıllarda yapboza çevirdiler. Şubeler giderek profesyonel bankacılık fonksiyonundan, pazarlama fonksiyonuna, pazarlama fonksiyonundan da basit bir satış fonksiyonuna dönüştüler. Son 15 yılın hastalığı olan plansız ve art arda yapılan segmentasyonlar ile kredi hafızasının en önemli kaynağı zayıflatıldı. Kredi ve müşteri devirleri bazı bankalarda o kadar plansız yapıldı ki, hem krediye bakan tahsis ekipleri hem de şubeler değişti.
Meşhur üstat bankacı Rıfat Taranto’nun ifadesi ile “Kredi canlı bir varlıktır.” prensibi unutuldu, göz ardı edildi. Şubede kredinin sağlığını en yakından izleyecek, hissedecek profesyonel bankacıların nitelikli zamanlarını operasyon yükü, niteliksiz satış ve Excel raporlamaları işgal eder hale geldi.
VIII. Planlı olmayan şube açılışları ve yanlış konumlandırmaları riski arttırdı.
Bankaların iş kollarındaki şubeleri hatalı konumlandırması ve planlaması da dolaylı olarak riski arttırdı. Yeterince derinliği olmayan başka bankalar yerine, diğer şubeler ile rekabet etmek zorunda kalan şubeler yeterince iş yaratabilmek için daha riskli kredilere veya kredilerindeki riski göz ardı etmeye yönelik bir davranış şekline dönüştüler.
Son üç yılda ise bankaların daha etkin çalışabilecek ve yeterli derinliğe sahip kurumsal ve ticari şubeler oluşturma yönündeki çabaları, bu yanlışı tamir etme yolunda olduklarını gösteriyor.
Değerlendirmelerimi burada noktalıyorum. Konuyu ekonomi yönetimi ve reel sektör açısından ayrı ayrı değerlendirmiş olsaydım, ortaya çıkan yazı bankacılık sektörüne yönelik olan eleştirilerin çok daha fazlasını içerecek olacak idi.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.