Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu

Burak Köylüoğlu
  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar

Pek az büyük olay; Birleşik Almanya’nın kuruluşu kadar uluslararası politikayı ve küresel ekonomiyi etkilemiştir. 

Bugün Almanya olarak bildiğimiz bölge ya da Almanca terimi ile “Reich” Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden beri kadim bir geçmiş olan, Doğu Prusya’nın büyülü topraklarından, batıda Franklar ile Germen kabilelerin sınırlarını oluşturan Ren Nehri’nin batısına kadar olan alanı teşkil eder.  Bu geniş bölgenin tarihi Frank, Germen ve Slav milletlerinin bir demir potada erimesi ile şekillenmiş idi. 

I.Reich, efsanevi imparator Şarlman’ın (Charlamagne) MS 800 yılında Kutsal Roma İmparatoru olarak taç giymesi ile başlayan Kutsal Roma İmparatorluğu dönemini tanımlar. Bin yıl boyunca Almanya olarak bildiğimiz topraklar yüzlerce feodal birime ev sahipliği yapmış, bunlar büyükten küçüğe doğru krallık, prenslik, grand düklük, düklük, kontluk olarak isimlendirilmişti. Avusturya kökenli Habsburglar bu geniş yapıyı ustaca yönlendirirken, 30 Yıl Savaşları, 18. Yüzyıl Fransa-İngiltere savaşları ve Napolyon Savaşları ile Kutsal Roma İmparatorluğu içindeki siyasi birimler konsolide olmuş ve en nihayetinde Napolyon bu bin yıllık gevşek konfedere imparatorluğu ortadan kaldırmıştı.

Napolyon Savaşları sonrası kurulan Viyana Düzeni çerçevesinde Almanya’nın Prusya Krallığı dışındaki büyük bir kısmı 39 devletçikten oluşan Almanya Konfederasyonu haline getirilmişti. Bu konfederasyon aslında Fransa’ya karşı Avusturya ve Prusya’nın sınırlarında tampon bir siyasi yapı idi. Liderliğini görünürde Avusturya İmparatorluğu yapsa da, işler hızla değişecekti. 

Prusya Krallığı, Orta Çağın karanlık yıllarında 26,000 km2’lik Brandenburg Prensliği’nden doğmuş, 1415 yılında başkentini o zamanın standartları içinde ahşap evlerden oluşma büyük bir kasaba olan Berlin’e taşımıştı. 1701 yılına kadar bu prenslik hızla büyümüş ve Prusya Krallığı haline gelmişti. 18. Yüzyıldaki muazzam savaşlar dizisi ile Prusya Krallığı orta sıklet bir güç haline gelmiş, Napolyon Savaşları ile de Viyana Sisteminin dördüncü büyük gücü olmuştu. 

Avusturya İmparatorluğu ve Prusya Krallığı her ne kadar müttefik gibi görünse de, Almanya’nın kaderi konusunda her iki güç de rakip idi. Prusya bir büyük güç olabilmek için oldukça az nüfusa ve toprağa sahipti. Bu eksiklerini muazzam bir askeri eğitim ve devrimsel bir askeri teknikler dizisi ile kapatmıştı. Bugün Alman disiplini olarak hayranlıkla bakılan kavramın ardında Prusya’nın oluşturduğu askeri disiplin kültürü yatar. Size bu disiplinin nasıl oluşmuş olduğuna dair kısa bir örnek aktarayım:

“Prusya ordusunda basit kabahatlerin cezası şöyle verilirdi. Cezalı asker ve askerin komutanı iki sıraya dizilmiş askerlerin oluşturduğu yaklaşık 250 metrelik bir koridorda tören yürüyüşü yapar. Komutanın elindeki süngü takılmış tüfek, ters çevrili olarak cezalı askerin karnının 10 cm. ötesindedir. Koridoru oluşturan askerler yürüyüş boyunca cezalı askere sopalar ile vurur.  Cezalı asker tören yürüyüşü sırasında, üstüne inen sopalara dayanamaz ve duruşunu bozar ise, önünde yürüyen komutanının ters olarak tuttuğu tüfeğin süngüsü üzerine düşer.”

Prusya’nın tarihi boyunca askeri anlamda diz çökmüş olduğu tek komutanın Napolyon olduğunu not düşmem gerekir. Ama Napolyon da son yenilgisini Waterloo’da, Wellington’ın komutasındaki İngiliz ordusunun bozulmak üzere iken, İngilizlerin yardımına koşan Prusya Mareşali Blücher’in süvarilerinin taarruzu ile tatmıştı.

Prusya’nın askeri gücünü meşhur Fransız düşünürü Voltaire şu sözlerle anlatmıştı: “Bugün devletlerin orduları var iken, Prusya ordusunun bir devleti vardır.” 

Prusya’nın muazzam askeri ekolü Almanya birleştikten sonra da devam edecekti. Bu ekol I. Dünya Savaşı’nın unutulmaz mareşali August von Mackensen, II. Dünya Savaşı’nın en ünlü askeri liderleri olan Orgeneral Heinz Guderian ve Feldmareşal Erich von Manstein’ı yaratacaktı.

Prusya, 19. Yüzyılın ortalarında askeri olarak ne kadar ihtişamlı olsa da, sanayi devrimlerinden en az faydalanan ülke de Prusya idi. Ren Bölgesi’nin 1815’te elde edilmesi Prusya’nın topraklarını genişletmiş ama liberal düşünceli batı eyaletleri ile muhafazakâr ve feodal yapıdaki doğu eyaletleri arasındaki farkları yönetmek de zorlaşmıştı. Ancak Prusya’nın en başarılı manevrası 39 Alman devletçiğinden oluşan Alman Konfederasyonu ile adım adım kurduğu “Gümrük Birliği” ya da orijinal adı ile “Zollverein” olacaktı.

1818-1866 arasında adım adım ve sabırla Alman devletçikleri ile Prusya’nın kurduğu, b u gümrük birliği Prusya’ya Alman Konfederasyonu üzerinde etkisini arttırdığı gibi, Doğu Prusya’nın başkenti Königsberg’den, Batı Almanya’daki Köln şehrine bir malın 1300 km. boyunca hareketi için 80 ayrı kontrol noktasından geçirme zorunluluğu da ortadan kalkacaktı.

Zollverein gümrük birliği dünyadaki ilk kurumsal büyük ölçekli gümrük birliği idi. İleride bu model Avrupa Birliği’nin kavramsal alt yapısını oluşturacaktı. 

Prusya’nın Almanya Konfederasyonu üzerinde ekonomik liderliğine karşı Avusturya’nın halen tartışmasız bir siyasi üstünlüğü var idi. Ancak Avusturyalılar kendi sanayilerini korumak için bu gümrük birliğine katılmayarak önemli bir hata yapmıştı. Prusya’nın ekonomik liderliği giderek siyasi liderliğe de dönüşecekti. Avusturyalılar, Almanya konusunda Rusya’nın da tam desteğine sahipken, Kırım Savaşı sırasında Avusturya’nın Rusya aleyhine, İngiliz-Fransız-Piemont-Osmanlı koalisyonu lehine tarafsız kalmaları iki büyük gücün arasındaki dostluğu ortadan kaldıracaktı. Ruslar 1848 Devrimlerinde, Avusturya’ya karşı isyan eden Macaristan’a büyük bir ordu göndererek, bir nevi Avusturya’yı kurtardıktan sonra Kırım Savaşı’nda Avusturya’nın tarafsızlığını bir ihanet olarak görmüşlerdi. İki ülke arasında oluşan düşmanlık o kadar büyük olacaktı ki, çok sonraları bu düşmanlığın tetiklediği 1908 “Bosna Krizi” artık I. Dünya Savaşı’na giden yolu kaçınılmaz kılacaktı.

1848 Devrimleri ise, 1789 Fransız Devrimi ile ortaya çıkan milliyetçilik rüzgarını dev bir kasırgaya çevirmişti. Almanya’da sosyal olarak işçiler, köylüler, öğrenciler ve burjuva sınıfı tek bir anayasa, tek bir bayrak, tek bir devlet ve tek bir ülke ister duruma gelmişti. Bu taleplerin önündeki engelin ise aristokrasinin egemen olduğu 39 devletçikten oluşan Alman Konfederasyonu idi. 1848 Devrimlerinde Almanya Konfederasyonu’nun başkenti olan Frankfurt am Rhein’da konfederasyon meclisi Prusya Kralı’na “Almanya imparatoru” tacını teklif etmiş ama Prusya Kralı IV. Frederick bu tacı reddetmişti Sebebi basitti. Bu tacı kabul etmesi halinde Rusya ve Avusturya’nın Viyana Düzeninin muhafızları olarak derhal askeri müdahaleye başlayacağını edeceğini biliyordu.

Kırım Savaşı işte bu açmazı Prusya önünden kaldırmıştı. IV. Frederick’in 1857 yılında ölümünden sonra I. Wilhelm tahta çıkmış, savaş bakanlığına Albrecht von Roon ve genelkurmay başkanlığına Helmuth von Moltke getirilmişti. Şansölye yani başbakan ise uygarlık tarihinin en büyük diplomatik dehalarından biri olan Otto von Bismarck idi. 

Bismarck meşhur “Realpolitik” kavramının kurucusudur ki bu kavramı Almanya meselesi hususunda şöyle açığa vurmuştu:” Tarihin en büyük sorunları ateşli demeçler veya çoğunluğun kararları ile çözülemez, ki bu yaklaşım 1848-1849 Devrimlerinin en büyük hatasıdır. Tarihin en büyük sorunları, demir ve kan ile çözülür.”  

Aşağıdaki fotoğrafta sağda Moltke, ortada Roon, solda ise Şansölye Otto von Bismarck’ı görüyorsunuz.

Bu olaylar olurken Prusya askeri anlamda tam bir devrim gerçekleştiriyordu. Roon ve Moltke; sanayi devrimlerinin yarattığı yeni silahlar olan kuyruktan dolma yivli tüfekler ile seri atışlı toplar ile dönemin en güçlü kara ordusunu yaratmışlardı.

Ancak Prusya ordusunun gücü yeni silahlardan çok askeri anlamdaki yeni organizasyona dayanıyordu. Ülkede giderek güçlenen liberallere rağmen, zorunlu askerlik 3 yıla çıkarılmıştı. Üç yıl kesintisiz zorunlu askerlikten sonra, terhis olan asker dönemsel olarak katıldığı 4 yıllık da yedek hizmet süresini tamamlıyordu. İş burada da bitmiyordu. Üç artı dört yıl hizmet süresi sonrasında bu kişiler, garnizon görevi olan “Landwehr” sınıfına geçiyordu. Diğer bir deyişle Prusya ordusu yeni sistem içinde tam seferberlik anında yılda 7 defa askere alım yapabiliyordu ki bu müthiş bir performans idi. Bu sistem ile Prusya, artık büyük güçlerin hepsinden daha fazla askeri cephede bulundurabiliyordu.

Alman askeri devriminin beyni ise genelkurmay sisteminde idi. 1860’lı yıllara kadar dünyada barış dönemlerinde ordular levazım, mühendislik, personel ve başka sınıfların desteklediği muharebe birliklerinden oluşuyordu. Asıl askeri personel savaş başladığı zaman bir araya geliyordu. Alman askeri devrimi, tam bir genelkurmay sistemi oluşturmuş, parlak kurmay askerleri bir arada organizasyon içinde yerleştirmiş ve taktik ve stratejilerin savaştan çok daha önce oluşturulmasını sağlamıştı. İşte bugünün modern genelkurmay sisteminin temelini bu yıllarda Roon ve Moltke atmıştı.        

Bismarck ilk hamlesini Danimarka’nın Almanya Konfederasyonu’na ait Schleswig-Holstein’ı ilhak etme girişimi üzerine Avusturya ile beraber hareket ederek Danimarka’ya savaş açarak yapacaktı. Danimarka 1864 yılında ezilecek ve bu tartışmalı bölge üzerindeki haklarından vazgeçecekti.

Bismarck’ın ikinci hamlesi ise Almanya’nın siyasi lideri olan Avusturya’ya karşı olacaktı. 

Bu sistemin ilk denemesi, artık Almanya meselesinde liderin saptandığı 1866 Prusya-Avusturya Savaşı’dır. Şansölye Otto von Bismarck bu savaşı dikkat ile planlamış, yeni birleşmiş olan İtalya’nın Venedik bölgesini Avusturyalılar’dan alma girişimini açıkça desteklemişti. Bismarck, genç İtalya ile yaptığı gizli anlaşma ile İtalya savaşa girdikten 3 ay içinde Prusya’nın da savaşa gireceğini vaat etmişti. Daha sonra Avusturya ile resmi olarak savaşı başlatmak için Danimarka’dan kapılmış olan Schleswig-Holstein eyaletinde bir yönetim krizi çıkarmıştı. Karşılıklı ilan edilen seferberliklerden sonra tam da Bismarck’ın öngördüğü zamanlamada savaş patlamıştı. Prusya ordusu ve müttefikleri, Avusturya ve müttefiklerini 1866 yazında 7 haftada perişan edecekti. Bismarck dehasını bu aşamada da göstermiş, Sadowa’da (Königgratz olarak da bilinir) perişan edilen Avusturya ordusunun savunmasız bıraktığı Viyana’ya girilmemesi konusunda Prusya Kralı’na baskı yapmış, ileride Avusturya’nın kendilerinin Avrupa’da kalan tek müttefiki olacağında ısrarcı olmuştu. Gerçekten de Bismarck’ın kehaneti tam 80 yıl geçerli olacaktı. Üstelik hızla yapılan barış ile Rusya ve Fransa’nın da savaşa müdahalesi engellenmiş oldu.

Prag Barış Anlaşması ile Almanya Konfederasyonu yerini Kuzey Almanya Konfederasyonuna bırakıyordu. Bu yapı tamamen nominal idi. Artık bu uydu devletin hamisi Prusya idi. İtalya ise Venedik bölgesini alıyordu. Prusya ayrıca Main Nehri kuzeyindeki tüm eski Alman Konfederasyonu topraklarını ilhak ediyordu. Bismarck, dizlerinin üzerine çökmüş olan Avusturya’dan toprak aldırmamıştı. Askerlerin ve Prusya Kralı’nın bu anlamda şimşeklerini üzerine çekmişti. Ama Bismarck onlara asıl tehlikenin batıda olduğunu hatırlatacaktı.

Bismarck’ın Almanya’nın birleştirilmesi stratejisi önündeki en büyük rakibi Fransa idi. Fransa 1870’lere geldiğimiz zaman kıtanın en büyük gücü idi. Fransa’nın nüfusu Prusya’ya göre çok daha fazla idi. Fransızlar dünyanın en iyi tüfeği olan sürgülü Chassepot tüfeğine sahipti. Fransız orduları Kırım’da, İtalya’da ve denizaşırı sömürge savaşlarında büyük bir deneyim kazanmıştı. Ayrıca Fransızların yeni bir silahı vardı: Bir makineli tüfek olan “mitrailleuse” yani Türkçe’ye çevirisi ile mitralyöz. 

Bismarck’ın bu kez manevrası, Fransa’yı savaşa tahrik ederek, Kuzey Almanya Konfederasyonu’na henüz katılmamış olan güney Alman devletleri olan Baden, Württemberg, Bavyera ve Hesse-Darmstadt’ı Prusya kontrolündeki bu birliğe katmak idi. Bismarck ana stratejisi Fransa’yı savaşa sokup, Alman devletlerinde yeni bir Napolyon korkusu yaratıp, bunları Prusya’nın egemenliği altına “Birleşik Almanya” adı altında sokmak idi. Ancak bu kumar oldukça tehlikeli idi. Kumarın başarıya ulaşması için Fransa’nın savaşa tahrik edilmesi, savaşın Alman devletleri için Fransız saldırganlığı şeklinde algılanması, Fransa karşısında askeri zaferin kazanılması, zaferin üstelik İtalya, Avusturya ve hatta Rusya’nın müdahalesi olmadan hızlı kazanılması gerekiyordu. Bir de içeride hikâye çıkarmakta usta olan liberaller ile sosyalistlerin bu masala inandırılması gerekiyordu. Her şeyin üzerine de bu ince ve zor süreçte huysuz Prusya Kralı ile kontrolü zor, çabuk heveslenen askerleri de tatmin etmek gerekiyordu.

Bismarck’ın Fransa’yı savaşa tahrik etmek için kullanacağı kozlar İspanyol tahtına bir Hohenzollern (Prusya Kralının soyu) aristokratını geçirme komplosu ile Lüksemburg meselesini alevlendirmek olacaktı. Fransızlar bir Prusya prensinin tam arkalarında yer alan İspanya’da kral olmasını kabul edemezlerdi. Gerçi kral adayı Leopold von Hohenzollern tam bir saftı. Otuz beş yaşında olmasına rağmen aklı bir ergenin ölçüsünde idi. Bismarck prensi Fransa’yı savaşa kadar sokana kadar bir kukla gibi kullanacak, sonra da uygun bir şekilde piyonunu işi bittikten sonra satranç kutusuna geri koyacaktı. Ne de olsa prensin kardeşi ileride Almanya’nın kuklası olacak Romanya’nın kralı idi. 

 Bismarck’ın Fransız basınına gizlice sızdırdığı bir telgrafın içeriğinde İspanyol tahtı meselesinde Fransa’yı açıkça aşağılıyordu. Telgraf güya Bismarck tarafından Prusya Kralı I. Wilhelm’e gönderilmişti. Telgraf tam bir düzmece idi. Aslında amaç Fransız kamuoyunu tahrik edip, imparator III. Napolyon’u savaşa sokmaktı.

III. Napolyon Prusya’yı dizginleyecek son şansı 1866 yılında Prusya-Avusturya Savaşı sırasında kaçırmıştı. Doğru Fransız politikası derhal seferberlik ilan ederek, Prusya’nın Ren Nehri topraklarına karşı taarruz tehdidinde bulunarak, statükoyu muhafaza ettirmek olurdu. 

III. Napolyon Fransa’yı savaşa soktuğu zaman, Prusya genelkurmayının strateji hazırdı. Demiryolları ile muazzam büyüklükteki ordularını batıya sevk etmişler, Sedan’da Fransızları perişan etmişlerdi. Sedan Muharebesi modern tarihin en parlak zaferidir ki, Hannibal’in Cannae’de Romalıları imha ettiği muazzam zafere benzer. Öyle ki tam 104,000 Fransız askeri ve III. Napolyon Prusyalılara esir düşmüştü. Prusyalılar sürat ile ilerleyecek ve Paris kuşatılacaktı.

Paris’te top sesleri duyulurken, Prusya Kralı I. Wilhelm Bismarck’ın eşliğinde 18 Ocak 1871 tarihinde meşhur Versailles Sarayı’na gelecek, sarayın unutulmaz “Aynalı Salonu” içinde Birleşik Almanya’nın imparatoru olarak taç giyecekti. Tahta çıkış töreni esnasında Paris’in kuşatması esnasında devam eden çatışmaların sesi duyuluyordu.

Bu Fransızlar için korkunç bir utanç vesikası idi. Fransız kralları ve imparatorlarının taç giydiği salonda bir düşman kralı Birleşik Almanya imparatorluk tacını giyiyordu. Bunun eşdeğerini hayali bir senaryo ile anlatmak gerekirse Yunan Kralı’nın Topkapı Sarayı’na gelip taç giymesi gibi fiktif ama düşünmesi katlanılması imkânsız bir olay olarak tasvir edilebilir. 

Taç giyme töreninden bir ay önce, savaş devam ederken Bismarck Prusya’nın kuklası haline gelmiş Kuzey Almanya Konfederasyonu meclisine Birleşik Almanya’ya katılmaları ve Birleşik Almanya’nın imparatorunun Prusya Kralı olacağını dikte ettirmiş ve bunu oylatarak, mecliste kabul ettirmişti.

Huysuz I. Wilhem bu muazzam olaylara rağmen Şansölye Bismarck’a biraz gücenmişti. İmparatorun ünvanı “Deutscher Kaiser” yani Almanya imparatoru idi. I. Wilhelm’in arzusu ise “Almanların imparatoru” unvanı le taç giymekti. Bismarck bunun mümkün olmadığını, bu unvanının Avusturya’nın hükümdarlığına tehdit olacağını ve imparatora Almanya imparatoru unvanı ile yetinmesi gerektiğini ifade etmişti.

Yeni Almanya İmparatorluğu aynı zamanda kıtanın en büyük gücü haline gelmişti. Ve artık çok kutuplu dünyanın perdesi kalkmıştı. Britanya İmparatorluğu bu acı gerçeğin tam otuz yıl sonra farkına varacaktı.

Burak Köylüoğlu             

10 Aralık 2023 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!