Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)

Burak Köylüoğlu
  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar

Dünyanın ekonomik ve jeopolitik düzeninin nasıl oluştuğunu anlattığım yazı dizisinin IX. Bölümünde Britanya İmparatorluğu’nun küresel düzenin liderliğini kaybetmeye başlamasını, Amerika Birleşik Devletleri’ni yeniden kuran ilk endüstriyel savaş olan ABD İç Savaşı’nı ve Yeni Emperyalizm Çağı’nı bir arada anlatacağım.

Dünyanın 1861-1899 yılları arasındaki bu olağanüstü hızlı değişimi sonrasında ise artık “Büyük Savaş’a” (The Great War) doğru dramatik gidişini anlatacağım X. bölüm gelecek.

Bir parça geriye dönelim ve Amerika Birleşik Devletleri’nin iç savaş ile nasıl yeniden kurulduğunu görelim.

Amerikan İç Savaşı

ABD’nin kuruluşunda çelişkiler, tam 78 yıl sonra ülkeyi korkunç bir iç savaşa sürükleyecekti. Amerika Birleşik Devletleri daha on üç koloni döneminden itibaren ticaretin merkezi olan ve hızla sanayileşme yoluna giren kuzey eyaletleri ile köle işgücüne dayalı olarak 19. yüzyılın en değerli hammaddesi olan “King Cotton” yani pamuk üreten güney eyaletleri arasındaki büyük çelişkinin teşkil ettiği zayıf temel üzerine oturmuştu.

ABD’nin; kuzeyde Kanada sınırından güneyde Rio Grande nehrine; doğuda Atlantik kıyısından batıda Pasifik Okyanusuna kadar genişlediği 78 yıl boyunca, ülkenin temeli hiçbir zaman sağlamlaşamamıştı. 1848 ABD-Meksika Savaşı, Birleşik Devletler’e Batı Avrupa’nın yüzölçümü kadar bir bölgeyi kazandırdığı zaman artık iç savaş kaçınılmaz bir hal almıştı. Köleliğin serbest olduğu eyaletler, yeni batı eyaletlerinde köleliğe izin verilmesini talep ederken, Washington’daki federal hükümet buna izin vermemekte kararlı idi. Yeni batı eyaletlerinde köleliğe izin verilmemesi demek, köleliğin serbest olduğu güney eyaletlerinin Kongre’deki gücünün ve seçmen tabanındaki kuvvetinin aşınması demekti.

1860 başkanlık seçimlerinde kölelik karşıtı olan Abraham Lincoln’ın başkan olarak seçilmesi ile, 7 güney eyaleti (ki bu tarihte kölelik 15 eyalette yasaldı) Birleşik Devletler ’den ayrılarak Amerika Konfederal Devletleri’ni kuracaktı. Federal hükümet bu eylemi bir isyan olarak tanımlayacaktı.

Daha sonra 4 eyaletin de katılımı ile Güney, artık Birliği temsil eden Kuzey’e karşı savaşa hazırdı. Güney, kendi topraklarında konuşlanmış federal hükümetin kale, liman ve kışlalarına taarruz edince savaş başlamış oldu.

Kuzey; toplam nüfusun (yaklaşık 32 milyon kişi) %71’ine, toplam sanayi işçilerinin %92’sine, toplam sanayi çıktısının %90’nına, toplam fabrika sayısının (128,000 adet fabrika) %86’sına, toplam demiryolu uzunluğunun (31,000 mil) %71’ine sahipti.

Kuzey’in aynı zamanda Güney’in limanlarını abluka altına alabilecek ezici bir deniz gücü, kara lojistiğini sağlayacak çok daha fazla at ve katırı da vardı. Her iki gücün nüfusu içinden çıkarabildiği asker sayısında da Kuzey üstündü. Kuzey iç savaş boyunca 2.1 milyon askeri cepheye sürebilmişken, Güney 900,000 kişiyi donatabilmişti. Kuzey’in orduları en tepe noktasında 1 milyon askeri cepheye sürebilirken, Güney’in asker sayısı en tepe noktasında 600,000 kişiyi bulabilmişti. Üstelik Güney’in 9,000,000 nüfusunun 3.5 milyonu köle idi.

Güneyin avantajı ise çok iyi silah kullanan ve at binen bir erkek nüfusuna ve Robert E. Lee ve “Stonewall” Jackson gibi daha yetenekli generallere sahip olması idi. Kuzey’in generalleri ise, Ulysses S. Grant (ki sonradan ABD başkanı olacaktı) dahil olmak üzere asker harcayarak deneyim kazanan beceriksizlerden oluşuyordu. Gerçi bu beceriksiz generaller topluluğu içinde öyle bir general vardı ki, meşhur “denize doğru yürüyüş” (March to the Sea) harekatının komutanı William Tecumseh Sherman belki de tüm Amerikan tarihinin en büyük kara generali olarak anılacaktı. 

 Nitekim Kuzey’in başkenti Washington DC ile Güney’in başkenti Richmond arasında kuş uçuşu 171 km. olmasına rağmen; Kuzey’in bu kadar büyük bir ekonomik ve askeri güç avantajına rağmen; Richmond 4 yıl boyunca tüm kıtaya yayılmış mücadelenin son safhasında düşecekti. Üstelik Güney bu orantısız askeri ve ekonomik dengesizliğe rağmen savaşın başında askeri anlamda Washington’ı düşürebilecek ihtimallere sahip harekatlara dahi cüret edebilecekti.

Amerikan İç Savaşı sanayileşmiş ulusların uzun erimli savaşları nasıl kazanabileceğini gösteren ilk örnektir. Savaş aynı zamanda ilk endüstriyel savaş olup, siper ve kuşatma savaşlarının nasıl uzun sürebileceğini bize göstermişti. Bu savaş tüm kıtada tam 10500  irili ufaklı çatışmadan oluşmuştu. Bu savaşta tüm nüfusun %2’sinin yani 620,000 kişinin öldüğüne inanılıyor. Bu rakam modern askeri analistlere göre 850,000 kişiye kadar çıkabilir ki, ABD’nin geri döndürülemez kayıpları;  I. Dünya Savaşı’nda 117,000 ölü, II. Dünya Savaşı’nda 405,000 ölü, Kore Savaşı’nda 37,000 ölü, Vietnam Savaşı’nda ise 58,000 ölü şeklinde gerçekleşmişti.

ABD İç Savaşı aynı zamanda “Topyekûn Savaş” yani “Total War” modern konseptini ortaya çıkarmıştı. Kuzey’in amacı tamamen Amerika Birleşik Devletleri’nin yeniden bir federal birlik altında kurmaktı yani tarafların anlaşması veya barış anlaşması kurması olanaksız idi. Güney ise kendi sınırlarını savunabildiği durumda savaşı kendi açısından kazanmış sayılabilirdi ki 1863 gibi geç bir tarihe kadar Güney orduları Kuzey’in başkentini tehdit edebilmişti. Topyekûn savaş konseptinin oluşmasında General Sherman’ın da payı vardır. Sherman’ın Atlanta’dan Savannah’a kadar yaklaşık 500 km. boyunca taarruzunda, Kuzey’in bu meşhur generali tarım alanlarını yaktırmış, demiryollarını ve telgraf sistemini bozdurmuş, fabrika ve üretim merkezlerini yıktırmış ve Güney’in ekonomik altyapısının imha edilmesini de savaşın hedefleri arasına dahil etmişti. Sherman bu anlamda modern askeri stratejistler tarafından merakla incelenmiş, meşhur stratejist Sir Basil Liddell-Hart kendisini modern çağın ilk generali olarak isimlendirmişti. İleride “Topyekûn Savaş” kavramı çok daha yıkıcı bir savaşta Nazi Almanya’sına ve Japonya’ya karşı kullanılacaktı.

Bu savaşın ilk endüstriyel savaş olması, kıyıları 3350 mil boyunca uzanan Güney’in limanlarının abluka ile kapatılması ve Güney’in (ve tüm ABD’nin) en büyük ihracat kalemi olan pamuğun uluslararası ticaretine engel olunması ile modern çağın ilk ekonomik savaş sisteminin ortaya çıkması; Amerikan İç Savaşı’nın 19. yüzyılın dönüm noktalarından biri olduğunu gösterir.

Ancak Amerikan İç Savaşı’nın etkileri yukarıdaki gelişmelerden çok daha kapsamlıdır.

Esasen Kuzey, Amerikan İç Savaşı ile mevcut endüstriyel kapasitesini inanılmaz ölçüde arttıracak, aynı zamanda sanayi üretimi verimini de arttırarak, muazzam ölçekteki üretimini cepheye sevk edebileceği demiryollarının kapasitesini de genişletecek ve 1865’ten sonra ABD muazzam bir endüstriyel güç haline gelecektir. Bu gelişim, 1941-1945 arasında gerçekleşen Amerikan sanayisinin savaş üretimine yönelik olarak akıl almaz bir verimlilik ve prodüktivite artışına benzer. İşte böylece 1871 yılında ABD, GSMH (gayri safi milli hasıla, GNP) anlamında Britanya İmparatorluğu’nu sollayarak birinci sıraya çıkacak ve bu liderliğini bugüne kadar sürdürecekti.

Savaştan sonra Güney, mağlup olmuş ve askeri yönetim ile idare edilen bir yapı iken, 1865-1877 arasında “Reconstruction Era” olarak bilinen bir geçiş dönemi ile sosyal, ekonomik ve politik dönüşüm sonucunda yeniden ABD’ye katılacaktı. Kölelik kalkmıştı ama Afrika kökenli insanlara karşı ayrımcılık devam edecekti.

“Recostruction Era” aynı zamanda Amerikalıların bir toplumu alıp dönüştürdükleri, baştan aşağıya bir devlet tasarımı yaptıkları ilk örnektir.

ABD bu konudaki deneyimlerini; çok daha ileride Batı Almanya, Japonya ve Güney Kore’nin baştan aşağıya tasarlanmasında, bu ülkelerim Batı sistemine dahil edilmesinde, Soğuk Savaş döneminde de sayısız defa çeşitli devlet ve rejimlerin oluşturulmasında kullanacak ve bu konudaki ustalığını oldukça geliştirecekti.

İç Savaş sonrasında ABD’nin bir nevi yeniden kurulmuş olması ve GSMH anlamında birinci sıraya oturması ve 1871 yılında Birleşik Almanya’nın kurulması artık küresel sistemin tam anlamı ile çok kutuplu bir dünyaya dönüşümünü simgeler.

Yeni Emperyalizm

Yeni Emperyalism, bugün sol politik akımların kullandığı eleştirel bir terim gibi görünse de 19. yüzyılda “New Imperialism” açıkça konuşulan, olağan kabul edilen ve geniş bir çoğunlukla desteklenen bir politika idi. Mesela bu dönemde İngiltere ve Fransa’nın devlet sistemi içinde sömürgelerini kontrol etmek üzere koloni veya imparatorluk ofisleri ve hatta bakanlıkları vardı.

Fransa 1871’de yeniden bir cumhuriyet olmuş olmasına rağmen, dünyanın en geniş ikinci koloni (ya da başka bir tanımla sömürge) imparatorluğuna sahipti.

18. yüzyıldaki Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile 1820’lerde Latin Amerika’daki İspanyol İmparatorluğu’nun çöküşü; Rönesans sonrası coğrafi keşiflerle başlayan sömürgecilik yarışını durdurma noktasına getirmişti. Bu yüzden 19. Yüzyılda yeniden başlayan koloni ya da sömürge kapma yarışına “New Imperialism” ismi verilir.

Bu yeni ve büyük yarışın nedeni de ekonomikti, pek çok büyük olay ve değişimde olduğu gibi…

Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Latin Amerika Bağımsızlık Savaşları; Batı’nın büyük güçlerine, Merkantilist ekonomi sisteminin sürdürülemeyeceğini, basitçe kolonilere vergi salarak ya da kolonilerin ana vatan ile ticaretlerine fiyat müdahaleleri yaparak, bu bölgelerdeki zenginliği basitçe ana vatana çekmenin sürdürülemez olduğunu öğretmişti. Artık insan sermayesinin bedavaya mal edildiği köle ticareti de bitmişti.

Endüstri Devrimleri ve Adam Smith ile ardıllarının ortaya koyduğu modern kapitalizm ile 1815 Viyana Düzeni Britanya İmparatorluğu’na mükemmel bir ortam sağlamıştı. Bir kere endüstriyel buluşların ilk önce İngiltere’de başlaması ve oluşan büyük bir sanayi kapasitesi İngiltere’ye müthiş bir ölçek ve verimlilik ekonomisi sunuyordu.

İngiltere, sanayileşmemiş uluslara mesela Alman devletleri, ABD gibi alıcılara bitmiş ürün satarken arzu ettiği kadar hammaddeyi sömürgelerinden ve alıcılardan istediği fiyatlardan alma lüksüne sahipti. Ancak Almanya birleşip, ABD de büyük ölçekli bir sanayileşme atağına geçince İngiltere ve Fransa’nın ekonomik üstünlüklerini devam ettirme şansı yeni sömürgeler elde etme becerilerine kalmıştı. Özellikle II. Sanayi Devrimi; Birleşik Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne çok daha fazla verimlilik ve prodüktivite artış olanağı sunuyordu.

Daha da önemlisi modern ekonomik sistemin en büyük üç krizinden ilki olan (diğerleri 1929 Büyük Buhranı ve 2008 Küresel Ekonomik Krizi) 1873 Uzun Depresyonu (The Long Depression) ortaya çıkmış olan kapasite ve sanayi ürünlerindeki arz fazlasının getirdiği fiyat düşüşlerini dengelemek için yeni sömürgeler elde etmeyi teşvik edecekti.

Tüm sistemin en değerli sömürgesi Britanya İmparatorluğu’nun elması olan Hindistan idi. 1857 İsyanı sonrasında bu koloni doğrudan İngiliz tahtına bağlanmıştı. Hindistan İngiltere’ye muazzam miktarda ucuz işgücü ile üretilen fiyatı düşük hammadde sağladığı gibi, bu ucuz hammaddeler İngiltere’de sanayi ürünlerine dönüştürülüyor ve aynı zamanda bu devasa ülke sanayi ürünleri için de mükemmel bir pazar kimliği görüyordu. Hindistan’ın kontrolü İngiltere için hayati idi ki, bu koloniyi sistemde tutmak için İngilizler Ruslar ile Orta Asya’da mücadele ederken (The Great Game), Güney Afrika’nın en ucundaki Kap kolonisini genişletiyor, Mısır’da ise Fransızlar ile Süveyş Kanalı konusunda yarışıyordu. Artık sömürgeleri korumak için yeni sömürge kapma yarışı başlamıştı. Ki 1857-1858 Hint İsyanı artık İngilizlerde müthiş bir korku yaratmıştı. İsyanın nedeni Fransız Devrimi’nin yaymış olduğu milliyetçilik kıvılcımları değildi, bu kıvılcımlar 80 yıl sonra Hindistan’a gelecekti. Bu büyük isyanın sebebi yerel Hint askerlerine dağıtılmış olan Lee-Enfield ağız dolma tüfeklerin ateşlenmesinde kullanılan kağıt kartuşlardı. Bu kağıt kartuşlar sığır ve domuz yağı ile yağlanmış olup, bir askerin tüfeği kullanması için ağzı ile bu kağıt kartuşu ısırması ve içindeki barutu kullanması gerekiyordu. Hint askerleri inançları Hindu ve İslam öğretilerine dayanıyordu ki, sığır Hindular için kutsaldır. Bu yağın elde elde edilmesi için sığırların öldürülmesi Hindu askerler için kabul edilebilebilir değildi. Müslüman askerler için ise domuz yağı içeren bir kartuşu ısırmak da benzer derecede kabul edilmezdi. İşte dünyanın tek süpergücü olan Britanya İmparatorluğu’nu temelinden sarsan bu büyük isyan, kağıt kartuşların üzerine sürülen yağ sebebi ile çıkmıştı. Ama esas sebep, sömürgelerdeki insanların yaşantı ve inanışlarına tepeden bakan, bunları hor gören zihniyetti.

1871 yılında Afrika’nın sadece %10’u Batılı güçlerin elindeydi. Avrupa’da Fransızlar Prusya’ya karşı 1871 yılında uğradıkları müthiş yenilgiden sonra gözlerini Afrika’ya çevirirken, İngilizler 1882 yılında Mısır’ı resmen işgal edip, en güneydeki Kap kolonisini de genişletmeye başlamıştı. Yeni birleşmiş Almanya Güney Afrika’da yeni sömürgeler kaparken, Almanya Şansölyesi Otto von Bismarck gizlice Fransız-İngiliz sömürge rekabetini körüklemeye başlamıştı. 1830’da kurulmuş olan Belçika dahi kendisinin 67 katı kadar büyüklüğe sahip Kongo’ya sahip çıkmış (bu topraklar başta doğrudan kraliyet ailesinin mülkü olarak saptanmıştı) ve burada tarihin en acımasız, en gaddar sömürge yönetimini kurmuştu.  1871-1914 arasında Etiyopya ve Liberya hariç tüm Afrika, Avrupalıların eline geçmişti.

Uzakdoğu’da ise Batılı güçler Çin ve Japonya hariç tüm bölgeyi ele geçirmiş idi.  Fransızlar 1880’lerde bugünkü Vietnam-Laos-Kamboçya bölgesini Fransız Hint-Çini (Indochinoise) olarak ilhak etmiş, Hollandalılar ise bugünkü Endonezya’yı (The Dutch Indies) iki asır süren bir mücadele ile kademe kademe ele geçirmişlerdi. Hollanda Hindistan’ı olarak bilinen bu bölgenin zengin kaynakları Hollanda’ya müthiş bir zenginlik sağlayacaktı.    

Batılı güçlerin tamamen ortadan kaldıramadığı iki kadim imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu ve Çin İmparatorluğu 19. yüzyılda benzer ekonomik kaderi paylaşmıştı. Her iki imparatorluğa dayatılmış olan ekonomik kapitülasyonlar ve yabancılara tanınan imtiyazlar ile iki imparatorluğun da ekonomik çöküşü kaçınılmaz hale gelmişti. 1853 yılında Rus Çarı I. Nicholas’ın Osmanlı İmparatorluğu için kullanmış olduğu “Avrupa’nın hasta adamı” benzetmesi, daha ileride Çin için “Asya’nın hasta adamı” benzetmesine temel olmuştu. Ama Çin’in durumu Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha farklı idi.

İngilizler, Çin’e yıllardan beri Bengal’de yetiştirilen afyonu bir ticari mal olarak satmaya çalışıyordu. Bunun sebebi basitti. Çin’in ihraç ettiği porselen, ipek, çay gibi ürünler oldukça değerli idi ve İngilizler Çin karşısında uzun süre ve bu ölçüde büyük bir ticaret açığı vermeyi tercih etmediği için bu uyuşturucuyu ısrarla satmaya çalışıyordu. Çin yönetimi afyon satışını yasaklayınca İngilizler savaş ilan edecekti. İngiliz gambotları ve askerleri I. Afyon Savaşı (1839-1842)  ve II. Afyon Savaşı’nı (1856-1860) zahmetsizce kazanarak, Çin’in limanlarını fiilen kontrol altına aldı. Böylece milyonlarca Çinli bu berbat ticaretin birer kurbanı olacaktı. Bugün Uzakdoğu’da uyuşturucu kaçakçılığına verilen çok sert cezaların (ki bazı ülkelerde bu suçun cezası ölüm cezasıdır) sebebi Afyon Savaşları’na dayanmaktadır.

Çin’in zayıflığı bir asır boyunca İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, ABD ve daha sonra Japonya’ya verilen imtiyazlar ile artacaktı.  Korkunç boyuttaki iç savaşlar ise zaten bu kadim imparatorluğu içinden kurutmuştu. Örneğin insanlık tarihinin en kanlı iç savaşı olan Taiping İsyanı (1850-1871) tam 21 yıl sürmüş ve 30 milyon kişinin hayatına mal olmuştu.

20. yüzyıla gelindiği zaman Çin artık egemen bir güç olmaktan çıkmıştı. En sonunda 1899 yılında Boxer İsyanı ile ABD-Rusya-İngiltere-Fransa-Avusturya-Almanya-İtalya birleşik güçleri başkent Pekin’i  (Beijing) ele geçirecek ve imparatoriçeye kendi şartlarını dikte ettirecekti. Osmanlı İmparatorluğu’nun 17.-20. Yüzyıl arasındaki yavaş yavaş ama müthiş bir mücadele verdiği çöküş döneminin aksine, Çin sadece 60 yılda kumdan bir kale gibi çökmüştü. Bu yıkıntıdan ise Sun Yat-Sen liderliğinde dinamik bir devlet doğacak ama bu devlet de 1945 yılına kadar muazzam acılara katlanarak, bölgenin yeni ama acımasızlıkta Batılıların boy ölçüşemeceği Japonya ile mücadele edecekti.

Çin yönetimi ve halkı 1839-1945 yılları arasındaki “Utanç Yüzyılını” hiçbir zaman unutmayacaktı. Bugün Çin’i ve Tayvan meselesini anlamak için bu dönemi iyi anlamak gerekiyor.

Evet yazı dizisinin IX. Bölümü burada bitiyor. X. bölümde “Uzun Depresyonu” ve “Büyük Savaşa” (I. Dünya Savaşı) giden yolu anlatacağım.

Burak Köylüoğlu

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!