Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)

Burak Köylüoğlu
  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar
  16. Küresel Düzenin Hikayesi, XVI. Bölüm, Büyük Buhran ve Hayallerin Sonu (1929-1934)
  17. Küresel Düzenin Hikayesi, XVII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’na Doğru (1935-1939)
  18. Küresel Düzenin Hikayesi, XVIII. Bölüm, Yıldırım Savaşı (1939-1940)
  19. Küresel Düzenin Hikayesi, XIX. Bölüm, Küresel Savaşa Doğru (1940-1941)
  20. Küresel Düzenin Hikayesi, XX. Bölüm, Devlerin Savaşı
  21. Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor
  22. Küresel Düzenin Hikayesi, XXII. Bölüm, Müttefikler Savaşı Kazanıyor (1943-1945)
  23. Küresel Düzenin Hikayesi, XXIII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’nın Sonu ve İki Kutuplu Dünya Düzeninin Sancıları

Değerli okuyucularım, dünya düzeninin nasıl oluştuğunu anlatan yazı dizisi XII. Bölüm ile devam ediyor. 

Almanya; savaşın ilk ayında I. Marne Savaşı ile çok yaklaşmış olduğu kesin sonuçlu zaferi elde edememiş ve Alman orduları Paris’i düşürecek kadar yaklaşmasına rağmen, geri çekilmek zorunda kalmıştı. 

Almanlar, I. Marne Savaşı’ndan sonra kuzeye yönelerek, Dunkirk ve Pas de Calais gibi Manş Denizi limanlarını ele geçirerek, İngiliz sefer gücünün lojistiğini kesmeyi ve Fransız-İngiliz savunma hatlarını kuzeyden çevrelemeyi hedeflemişti. Bu harekât da İngiliz ordularının karşıt manevrası ile suya düşecekti.

Sayısı hızla artan İngiliz Sefer Gücü orduları ile Almanya’nın artık klasik Prusya usulü bir meydan savaşı kazanarak, zafer kazanma olanağı kalmamıştı. Almanların Batı Cephesi’ndeki tek seçeneği savunulabilir hatlara çekilip, stratejik savunmaya geçmekti.Karşısındaki İngiliz ve Fransız orduları sayıca ve ateş gücü olarak daha güçlü idi.  Ancak dönemin topçu silahları, makineli tüfekleri, dikenli teller ve modern tahkimat sistemleri savunan tarafa müthiş bir avantaj sağlıyordu.

Artık taraflar Manş Denizi’nden İsviçre’ye kadar siper kazarak, karşılıklı mevzilenmişti. Bu korkunç ve statik savaş tam dört yıl sürecekti. 

Yeni Alman Genelkurmay Başkanı Erich von Falkenhayn, Almanya’nın içinde bulunduğu açmazı 1914 sonunda doğru okumuştu. Savaş savunan tarafa muazzam bir üstünlük verdiği için Batı Cephesi’nde artık üstün hale gelmiş Fransız-İngiliz cephesini yarmak olanaksızdı. 

Doğuda ise Ruslara art arda darbeler indirilmesine rağmen, bu cephedeki muazzam genişlik ve derinlik Almanlara kısa vadede bir zafer vaat etmiyordu.  Böylece Almanya düşmanlarını kesin olarak yenmek üzere oluşturulmuş düşman ordularını “imha stratejisinden”, “yıpratma stratejisine” dönecekti.

Almanya 1914 sonunda, Fransa’nın demir cevherinin %64’ünü, çelik üretiminin %62’sini, kömür rezervinin %50’sini ele geçirmiş, Kuzey Fransa’nın ve Belçika’nın çok büyük bir kısmını işgal etmişti. Bu hali ile olası bir barış masası için elinde muazzam bir koz vardı. Eğer Almanlar üstün hale gelmiş Fransız-İngiliz ordularını yeterince yıpratır ise, savaşı kendileri için kesin bir zafer ile değil ama avantajlı bir barış anlaşması ile bitirme olanağı vardı.

Artık savaş; tarafların tüm ekonomik olanaklarını askeri bir zafer için seferber ettikleri bir yıpratma savaşı haline gelmişti.  Almanya’nın sanayi ve askeri kapasitesi Fransa-İngiltere-Rusya’ya karşı dezavantajlı durumda idi. Ayrıca Almanya, müttefiki olan Avusturya İmparatorluğu’nun da Rusya’ya karşı savaşında çökmesini engellemek zorundaydı.

Rakamlarla savaşan güçlerin karşılıklı ekonomik güçlerini kıyaslamak gerekir ise; Fransa, İngiltere ve Rusya’nın dünya sanayi üretiminden aldığı pay 1913 yılında %28 iken, Almanya ve Avusturya’nın payı %19 düzeyinde idi.

Müttefikler (İngiltere+Fransa+Rusya) 1913 yılında 312 milyon ton kömür eşdeğeri enerji kullanırken, Merkezi Devletler (Almanya+Avusturya) 236 milyon ton kömür eşdeğeri enerji tüketiyordu. Müttefiklerin aynı yıl çelik üretimleri 17 milyon ton iken, Merkezi Devletler 20 milyon ton çelik üretiyordu.

Müttefikler sanayi kapasitelerini tam olarak kullandığı zaman Merkezi Devletlerin sanayi kapasitelerinin yaklaşık %50 fazlasını seferber edebiliyordu.

Müttefiklerin bu üstünlüklerinin yanı sıra, Almanya ve Avusturya tam bir deniz ablukası altında idi. 

Alman endüstrisi daha pahalıya mal olan sentetik yarı ürün üretimine dönerken, Fransa ve İngiltere kendi sömürgelerinden ve Latin Amerika’dan muazzam bir hammadde ithalatı yapıyordu. Üstelik bu ithalat Amerikan bankalarının açtığı krediler ile finanse ediliyordu. 

Lütfen bu paragrafı dikkat ile not alın. Batılı Müttefiklerin bu uzun ve geniş ölçekli savaşı bu şekilde finanse etmesinin, henüz savaşa girmemiş olan Amerika Birleşik Devletleri’ni nasıl bir ekonomik tek süper güç yapacağını ileride anlatacağım.

Bu arada savaşın başında bir Alman denizaltısının 22 Eylül 1914 tarihinde, sadece iki saat içinde, destroyer koruması olmayan 3 İngiliz kruvazörünü batırması ile denizaltı çağı başlamıştı.

Denizaltılar, hızlı torpido botları, mayın gemileri gibi küçük deniz gemileri; olağanüstü kaynaklar ile inşa edilmiş 40,000 tona kadar ulaşacak Dreadnought ve Süper Dreadnought tipi gibi ana muharebe gemilerinin harekâtını sınırlayacaktı.  

Mesela Nusret mayın gemisinin Çanakkale Deniz Savaşı’ndaki rolünü hatırlayın. Küçük bir geminin döşemiş olduğu mayınlar 3 ana muharebe gemisini (tamamı Dreadnought öncesi tasarımdır) batırmış, Müttefik donanmasının boğazdan girişini engellemiştir. 

1914 sonundaki Falkland Adaları Deniz Savaşı, Dreadnought tasarımı öncesi savaş gemilerinin nasıl demode kaldığını gösterir. İngiliz görev gücünün içinde yer alan iki modern savaş gemisi (Battlecruiser tipi), 5 adet İngiliz kruvazörünün eşliğinde,  5 Alman kruvazörünü düşmanın menziline dahi girmeden zahmetsizce batırmıştı. 

İngilizlerin modern savaş gemilerindeki sayısal üstünlüğü, Kuzey Denizi’nde Almanya’ya karşı amansız deniz ablukasının devamını sağlayacaktı.

Dünyanın ikinci büyük deniz gücü olan Alman donanması, Kuzey Denizi’ne açılıp ablukayı kıracak durumda değildi. Almanların açmazı burada başlıyordu. İngiliz donanmasının pozisyonunu değiştirmek gibi bir derdi yoktu, bu statükoyu değiştirmek için Almanlar donanmalarını riske atmak zorundaydı. Kimsenin de koca bir donanmayı bir intihar görevine göndermeye niyeti yoktu.

O yüzden muazzam kaynaklar harcanmış Alman donanması Dogger Bank veya Jutland deniz savaşları hariç olmak üzere, İngiliz donanmasına meydan okumadı. Almanların ise İngiliz donanmasını mayınlar ve denizaltılar ile tuzak kurulmuş olan Kuzey Almanya kıyılarına çekme stratejisi de işe yaramadı.     

Almanlar bunun üzerine Şubat 1915’te Müttefiklere karşı sınırsız denizaltı savaşına başlayacaktı. Tarafsız ülkelere ait gemiler, Fransa ve İngiltere sularına girdiği zaman hedef olarak sayılacaktı. Bu da Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki gerilimi arttıracaktı.

Almanların Müttefiklere karşı denizaltıları ile abluka kurma girişimi asimetrikti. Tarafsız ülke gemileri Alman limanlarına erişemeden İngiliz donanması tarafından basitçe geri çevriliyordu. 

Oysaki Alman denizaltılarının böyle bir şansı yoktu. Bir denizaltı saptadığı gemiyi su üstüne çıkıp geri döndüremez veya bu gemilere el koyamazdı. Denizaltının tek seçeneği vardır: Hedefini saptayıp torpillerini atmak ve hedefi batırmak.

Alman denizaltı harbi, eninde sonunda Batılı Müttefiklere hammadde satan, bu hammaddeleri taşıyan veya bu malları finanse eden tarafları, Almanya karşısında savaşa sokacaktı.

1915 yılı batıda İngiliz-Fransız ordularının Almanlara karşı taarruzları ile, doğuda ise Almanların Rus Polonyası’na olan taarruzları ile geçecekti. 

22 Nisan 1915 tarihinde, Almanlar, Ypres’te ilk defa kimyasal silah kullandı. 20. yüzyılın başında Haber-Bosch prosesini yaratarak, dünyayı suni gübre ile tanıştıran meşhur kimya bilgini Fritz Haber; I. Dünya Savaşı’nda Almanya’ya stratejik bir silah hediye etmişti: Kimyasal silahlar.

Almanlar Ypres’te bu silahı tam hazırlanmadan, dar kapsamda kullanınca silah sürpriz etkisini yitirdi.

Müttefikler hızla gaz maskeleri ürettikleri gibi, kendi kimyasal silahlarını geliştirdi. Artık savaşın bitimine kadar kimyasal silahlar savaşta yaygın olarak kullanılacaktı. 1915 yılında Almanlar klor gazını silindirlere koyup, rüzgârın etkisini hesaplayarak kullanmışlardı. Daha ileride taraflar hem bu silahları çeşitlendirecek hem de bu gazları top mermileri ile düşmanlarına atacaklardı.

“Gaz alarmı” verildiği zaman gaz maskesini takmak için saniyeler ile yarışmak gerekiyordu. O saniyeler; askerler için kör olup olmamayı veya ciğerlerinin pişmiş bir et gibi kavrulup kavrulmamasını belirliyordu.

Savaş daha da korkunç bir hal almıştı.     

1915 yılında İngiliz ve Fransız taarruzları Almanları geriletemedi. Champagne, St. Mihiel, Loos, Nueve Chapalle taarruzları cepheyi sadece on ile yirmi kilometre değiştirdi ama yüzbinlerce Fransız ve İngiliz askerinin (1.5 milyon Fransız, 300,000 İngiliz ölü, yaralı ve esir) kaybedilmesine mal oldu.

Oysaki Doğu Cephesi’nde 1915 yılında Almanlar ve Avusturyalılar; Ruslar’a korkunç kayıplar verdirerek Rus Polonyası ve Galiçya’da yüzlerce kilometre geriletmişlerdi. Ruslar; Tanenberg ve Mazuriya Göllerinde 250,000, Orta Polonya’da 400,000, Galiçya ve Doğu Rus Polonyası’nda ve Karpatlar’da 1,000,000 asker kaybetmişti. 

Rus orduları tamamen imha edilemeyecek kadar büyüktü ama bu korkunç kayıpların yerine köy ve kasabalarda tahıl üreten çiftçiler askere alınmaya başlayınca, tahıl arzı düşecek, temel gıda enflasyonu tavan yapacaktı. Rusya’da fiyat endeksinin 1914 Haziranında 100 düzeyinden 1917 Haziranında 792’ye tırmanmasının nedeni sadece arz şoku değildi.

Ruslar, Batılı Müttefiklerin aksine Amerikan doları ile borçlanarak, bu dolarları ithalatı finanse ederek savaş sanayisini döndürmek yerine; kendileri doğrudan iç piyasadan borçlanıp, bu borcu da para basarak servis etmeye çalışıyordu. Artık 1917 Devrimleri uzaktan görünmüştü.

Rusların bir şanssızlığı da Almanların en iyi askeri liderlerinin Doğu Cephesi’nde olmaları idi. Belki de tüm savaşın en iyi generali olan 66 yaşındaki Feldmareşal August von Mackensen Rusları Polonya’da ve Galiçya’da perişan ettiği gibi, Avusturyalıların 1914 yılında üstesinden gelemediği Sırbistan’ı da tamamen işgal etmiş ve daha sonra 1916’da savaşa katılan Romanya’yı da dizlerinin üstüne çöktürmüştü. Almanlar bu sayede Romen petrol sahalarını da işgal etmişti.

Mackensen’in zaferleri; Rusya’nın belini kıracak ve 1917 Şubat ve sonra 1917 Ekim Bolşevik devrimlerinin en önemli sebebi olacaktı.

Aşağıda savaşın en büyük komutanı August von Mackensen’i görüyorsunuz. Tören üniformasındaki şapkasındaki kurukafa işareti, bir Prusya hafif süvari birliği olan Hussar’ların sembolüdür. Çok daha sonraları Almanya’da iktidara gelecek Naziler, bu sembolü de çalarak, meşum SS birliklerinin sembolü (Totenkopf) haline getirecekti.

Mayıs 1915’te İtalyanlar, Müttefiklerin yanında savaşa girecekti. Bu gelişme ile beraber, zayıf Avusturya İmparatorluğu artık üç cephede savaşmak zorunda kalmıştı. İtalyanların hedefi Trentino ve Güney Tirol bölgelerini almaktı.  Ancak Avusturyalılar yüksek dağlar ve ırmaklar ile örülü bu bölgelerde müthiş bir savunma hazırlamıştı. İtalyanlar tam 11 defa Isonzo’da Avusturyalıları yerlerinden sökmek amacı ile yüzbinlerce askerini harcayacaktı. Dünyanın en büyüleyici yerlerinden biri olan Güney Tirol, İtalyan askerlerinin mezarlığı haline gelmişti. 

Osmanlı İmparatorluğu’na karşı İngiliz ve Fransızların 1915 Çanakkale Seferi başka bir stratejik hata idi. Müttefikler kaybettikleri deniz savaşından sonra, hatalarında ısrarcı olup, yarımadaya çıkartma yaparak İstanbul’a ulaşmayı deneseler de Çanakkale’deki savaş da bir siper savaşına dönmüştü. Çanakkale Savaşları, Balkan Savaşları’nda utanç dolu bir yenilgiden sonra Türk Milletinin uyanışı idi. Savaşın parlayan yıldızı olan Yarbay Mustafa Kemal Bey (Atatürk) liderlik ve komuta yeteneklerini ortaya koyarak, tarih önüne çıkmıştı. 

Halbuki Müttefikler; Çanakkale yerine İskenderun’a çıkartma yapmış olsaydı, İstanbul’dan lojistik olarak uzak olan ve bu sebeple savunulması oldukça zor olan stratejik bir bölgeyi yani Orta Doğu’ya ulaşan demiryollarının kavşaklarını ele geçirerek; imparatorluğu ikiye bölecek bir fırsat yakalamış olacaklardı. 

1916 yılında Alman Genelkurmayı stratejisini değiştirdi. Falkenhayn; Batı Cephesi’nde Fransızların feda edemeyeceği bir nokta seçip; bu bölgeye tüm Alman ağır topçusunu yığarak (toplam 1,200 top ki bunun üçte ikisi ağır veya çok ağır toplar idi); Fransızları bu noktayı savunmaya zorlayarak, ateş gücü ile eritmeyi ve Fransız ordularını savaşan bir güç halinden çıkarmayı hedefliyordu. 

Falkenhayn’ın seçtiği nokta Fransa’nın ulusal gururu olan Verdun idi. Gerçekten Verdun binlerce yıldan beri Germen ve Frank halkının ayrıldığı bir kapı idi ve Fransızlar için bir Paris kimliğinde idi. 

Verdun uygarlık tarihinin en kanlı iki savaşından biridir. Alman stratejisi başta işe yaramasına rağmen, savunmanın avantajı burada da kendini göstermiş, Fransızlar yavaş yavaş gerilemesine rağmen saldıran Alman tümenlerine epey kayıp vermişlerdi.

İngilizlerin Somme’de başlattığı taarruz sonucunda Verdun savaşı sönmeye başlamıştı. Fransız ve Alman kayıplarının Verdun’daki 10 ay süreli (Şubat-Aralık 1916) savaşta toplam 1 milyon askeri geçtiği düşünülüyor.

İngilizlerin Somme taarruzu cepheyi çok fazla değiştirmese de, ilk defa Almanlar karşılarındaki İngiliz-Fransız gücünün dayandığı devasa ekonomik kaynakların ağırlığını hissetmişti. Üstelik Verdun ve Somme savaşları üzerine, Merkezi Devletlere karşı doğuda Rusların başlattığı Brusilov stratejik taarruzu da eklenmiş, Romanya da Müttefiklerin yanında savaşa girmişti. 

Somme ve Verdun savaşları binlerce topun milyonlarca mermi attığı ve klasik bir askerin siperlerdeki ömrünün 2-3 haftaya kadar indiği korkunç savaşlardır. Savaşan taraflar topçu silahlarının ve patlayıcı top mermilerinin sayısının savaşı kazandıracak ya da kaybettirecek bir değişken olduğunu tam olarak kavramıştı. Hatta İngiliz Başbakanı H. Asquith 1915-1916 yıllarında yeteri kadar top mermisi üretilememesi nedeni ile istifa etmiş, savaş koalisyonunun başına D. Lloyd George gelmişti. İngiliz Sefer Gücü komutanı da değişmiş ve Mareşal Sir Douglas Haig komutayı devir almıştı.  

Verdun’daki Alman başarısızlığı da Falkenhayn’ı yerinden etmiş; Almanya’nın askeri liderliği; Doğu Cephesi’nin en üst düzey iki generali olan Paul von Hindenburg ile Erich Ludendorff’un eline geçmişti.

Aşağıda 1917 yılında çekilmiş olan fotoğrafta solda savaş sonrası Almanya Cumhurbaşkanı olacak Paul von Hindenburg, ortada imparator Wilhelm II, sağda ise Erich Ludendorff yer alıyor.

Ludendorff ve Hindenburg artık fiilen İmparator II. Wilhelm ve kabinesinin politik gücünü de kendilerine transfer ederek Almanya’nın politik ve ekonomik kontrolünü de ele almıştı. 

Somme’de Müttefikler ilk defa tank kullanmıştı. Tanklar savunan tarafın avantajını ortadan kaldırmak için tasarlanmıştı. Ancak ilk tanklar yavaş, bozulmaya eğilimli makinelerdi. Almanlar, birkaç deneme modeli ve ele geçirilen düşman tankları dışında tüm savaş boyunca tank sahibi olamayacaktı.

1915 yılında ilk defa, uçağın dönen pervanesinin arasından makineli tüfek ile ateş edebilen uçaklar sahneye çıkmış, hava savaşları da başlamıştı. Hava savaşları daha çok, cephe üzerindeki hava sahasında üstünlük kurarak, uçak ile gözlem yapma olanağı sağlamış, I. Dünya Savaşı’nda uçaklar henüz yaygın olarak kara hedeflerine, düşmanın lojistik merkezlerine veya düşman kentlerine karşı kullanılabilir değildi.   

1917 yılına gelindiği zaman İtalya, Avusturya ve Rusya askeri ve ekonomik olarak tükenmiş durumdaydı. Rusların 1916 yılında Somme ve Verdun ile eşgüdümlü yaptıkları Brusilov Taarruzu; Avusturyalıları doğuda savaşan bir güç olmaktan çıkarmıştı ama Rusları da tamamen tüketmişti.

Üstelik doğudaki zinde Alman orduları karşısında artık Ruslar dayanamaz durumda idi. Almanların Somme’deki kayıpları çok ağırdı ama İngilizlere kıyasla daha hafifti. Almanlar Batı Cephesi’nde savunmanın avantajı ile mükemmel ölçüde tasarlanmış demiryolları ile hızla ordularını doğuya taşıyabiliyor ve daha sonra bu birlikleri geri sevk edebiliyordu.

Ancak Almanların 1917 yılında Batı’da ordularını daha uygun bir savunma hattına çekmeleri gerekiyordu. Keza Müttefikler Somme benzeri daha büyük bir taarruzlar dizisine hazırlanıyordu. Almanların bu soruna buldukları çözüm; cepheyi geriye alıp, kısaltarak ve yeni bir savunma hattını kurarak bulacaktı: Hindenburg Savunma Hattı.

Bu hat dağların ve tepelerin arka eğimine kurulmuş art arda savunma mevzilerinden oluşuyordu. Arka eğime kurulmuş bu savunma hattı düşman topçusunun ateşinden de büyük ölçüde korunuyordu.

Arkada, bu savunma hattını takviye etmek için demiryolları kurulmuş, binlerce kilometre dikenli tel zigzaglar çizerek konumlandırılmış, beton korunaklar en ağır topçu ateşine karşı dayanacak kalitede beton ve çelikten yapılmıştı. Üstelik bu beton korunaklar büyük ölçüde zemine gömülmüştü. Almanlar bu hat kurulurken ve ordularını bu savunma hattına gizlice çekerken bölge üzerinde tam bir hava hakimiyeti kurmuşlardı.

Almanlar bu hatta çekildikten sonra, Fransızlar başkomutanları Nivelle’in adını taşıyan (diğer ismi II. Aisne Savaşı) büyük bir taarruza giriştiler. Bu taarruz tam bir fiyasko oldu. Muazzam Fransız kayıpları (yaklaşık 200,000 asker), disiplini ile bilinen Fransız ordularında genel bir isyan başlattı. Birlikler artık taarruz emirlerine uymuyordu. Bu isyan zorlukla bastırıldı. Nivelle de görevden uzaklaştırıldı. Hindenburg hattı 7000 top ve 850,000 askerin taarruzuna karşı iyi dayanmıştı.

Artık savaşta Fransızlar da tükenmişti ve Batı Cephesi’nde yük İngilizlerde idi. İngilizler Messines’deki Alman savunma hatlarının altına aylar boyunca tüneller kazıp, devasa miktarda patlayıcıyı yerleştirmişti. Bunlar patlatılınca tam beş Alman tümeni imha edilmişti. Koca bir dağın altının patlatılması sonucunda patlamaların sesi, Londra’dan ve hatta Dublin’den dahi duyulmuştu. Messines, atom çağından önce insan eli ile yaratılan en büyük konvansiyonel patlayıcı kullanımıdır.  

İngilizler bu kez Passchendaele’de (III. Ypres Savaşı) Temmuz-Kasım 1917 döneminde Almanlara karşı muazzam bir taarruza geçecekti. İngiliz planı; Flanders’te Alman savunma hatlarını kırmak, Hindenburg hattını kuzeyden çevrelemek ve işgal altındaki Belçika kıyılarındaki denizaltı üslerini ele geçirmekti. Ancak Flanders’te yılın bu kısmı oldukça yağışlı idi. Yer altı su seviyesi yüzeye çok yakın olan bu bölgede yoğun yağış altında yapılan bu taarruz tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Yaklaşık 30 kg. ağırlık taşıyan askerler milyonlarca top mermisinin ay yüzeyine çevirdiği, bir devasa bataklıkta taarruz ettiğinde İngilizler yaklaşık 400,000 asker kaybetmişti.

Almanların kayıpları da en az bir bu kadardı. İngilizler sadece 10-15 mil mesafe kat etmişti. İngilizlerin bu savaştaki kaybı tüm II. Dünya Savaşı kayıplarına yakındır. 

Ancak İngilizler bu güçlü savunma sistemini nasıl kıracağını öğrenmişti: Grab & Hold stratejisi. 

Bu strateji Alman cephesini tamamen kırmaya çalışmak yerine, çok sayıda topçu ile cephenin ilk savunma mevzilerini yok edip, bu bölgeyi işgal edip, topçuyu öne alarak taarruza devam etmekti. Ludendorff dehşetle fark edecekti ki, Almanların bu stratejiye karşı bir yanıtı yoktu. Çünkü adım adım ilerleyiş, üstün düşman topçusunun da ileriye doğru yer değişimi ile oluyordu.   

Almanlar bu arada İtalya’da çökmek üzere olan Avusturyalılara yardım etmek üzere güçlü birlikler kaydırmıştı. Sonuç İtalyanlar için tam bir felaket olacaktı. Caporetto’da İtalyan orduları bozulacak, İtalyanlar 13,000 ölü yanı sıra 275,000 esir verecek, ayrıca 350,000 İtalyan askeri de kaçıp ortadan kaybolacaktı. Caporetto’dan sonra Alman-Avusturya orduları tam 150 km. ilerlemiş ve Venedik’i örten Piave Irmağı’na erişmişti. İtalyan hükümeti bu rezalet sonunda istifa etmişti.  

1917 olağanüstü olayların yaşandığı bir dönemdi. 1917 Şubatı’nda Rusya’da devrim patlamış, Çar tahtan indirilmişti. Yerine geçen Kerensky hükümeti, savaşa devam etmek niyetindeydi. 

Bu arada Almanlar İsviçre’de bulunduğunu bildikleri Lenin’in Rusya gidişine izin vermişler, Alman ajanları Lenin’i Zürih’te mühürlü bir vagona binmesini organize etmişti. Böylece tren Alman sınırından geçerken kontrol edilmeyecekti. Tren Almanya’dan İsveç’e, İsveç’ten de Rus Finlandiya’sına geçecek ve St. Petersburg’a ulaşacaktı. Ve 25 Ekim 1917’de Bolşevikler başkenti ellerine geçireceklerdi.

Bu arada Amerikalılar Almanların yeniden sınırsız denizaltı savaşına girişmelerinden çok rahatsızdı.

Alman ve İngiliz donanmaları 1916 yılında Jutland Deniz Savaşı’nda tesadüf eseri karşı karşıya gelmişti. Tarihin en büyük ikinci deniz savaşında İngiliz donanması 28 modern ana muharebe gemisi (Dreadnought sınıfı), 9 savaş kruvazörü (Battlecruiser sınıfı) ve 112 diğer savaş gemisine karşın Almanlar 16 modern ana muharebe gemisi, 5 savaş kruvazörü ve 78 diğer savaş gemisi ile savaşmıştı. Almanlar; İngilizlerin beceriksizliği sonucunda donanmalarını kurtarmış ve daha çok İngiliz gemisi batırmıştı. Ancak Almanlar bu savaştan sonra donanmalarını limanlara geri çekip, denizaltı savaşına ağırlık verince olan olmuştu. Bu aşamadan sonra Amerika Birleşik Devletleri savaşa girmek için bahane arıyordu. O bahane de Alman Dışişleri Bakanlığı’ndaki beceriksizlerin Meksika’ya çektiği bir telgraf ile verilmiş oldu. 

Bu telgrafta Alman Dışişleri Bakanı Arthur Zimmermann, Meksika’nın ABD’ye karşı savaşa girmesi halinde Teksas, Arizona ve New Mexico eyaletlerini geri alabileceğini ifade ediyordu. Telgrafın amacını anlamak bugün dahi olanaklı değil. İç savaş nedeni ile karmakarışık olan ve doğru düzgün bir endüstrisi olmayan Meksika’nın henüz savaşa girmemiş olan Amerika Birleşik Devletleri’ne savaş ilan edebilmesi olanaksızdı.

Telgraf İngiliz istihbaratı tarafından kırıldı ve içeriği Amerikalılara verildi. Telgraf Amerikan basınında yayınlanınca kıyamet koptu ve ABD 6 Nisan 1917’de Merkezi Devletlere karşı savaş ilan etti.

Almanlar, Amerikan ordusunun berbat durumunun farkındaydı. Amerikalılar, sınırı geçip sığır çalan Meksikalı devrimcileri dahi engelleyememiş, General Pershing komutasındaki Amerikan ordusu Meksika’ya girdiğinde Pancho Villa’nın devrimcilerini dahi yenemeyip, rezil olmuştu. Amerikalıların 1917 yılında ne ağır topçusu, ne doğru düzgün uçağı, ne de tankı vardı ama Amerikalılar Avrupa’ya milyonlarca zinde asker sevk edebilecek durumdaydı. Gerçi bu askerlerin eğitimi o kadar kötüydü ki; İngiliz ve Fransızlar Amerikan askerlerinin kendi ordularına dahil edilerek, kendi komutaları altında savaşmalarını isteyecekti ki, Amerikalılar kendileri için utanç verici bu teklifi reddedecekti. Amerikan birlikleri General Pershing komutasında savaşacaklardı ama tüm ağır silahlarını Fransa ve İngiltere’den ödünç alacaklardı.  

İngilizler 20 Kasım 1917’de ilk defa tanklarını (324 tank) topluca kullanarak, Cambrai’da Almanların delinemez olarak ifade ettiği Hindenburg Hattı’nı aştı. Ancak Alman karşı taarruzu bu birlikleri geri atacaktı. Ancak Cambrai Alman savunmasının nasıl aşılabileceğini gösteren ikinci bir stratejiyi de ortaya koymuştu.    

Almanlar sınırsız denizaltı savaşını 1917 yılında yeniden başlattığında muazzam boyutta gemi batırabilmişti. İngiliz savaş ekonomisi zedelenmek üzereyken, konvoy sistemi denizaltı savaşında dengeyi değiştirdi. Artık denizaltılar ile savaşın kazanılamayacağı ortaya çıkmıştı. Amerikan ve İngiliz tersaneleri, batırılan yük gemilerinden çok daha fazlasını üretttiği gibi, Alman sanayisi konvoy sistemi nedeni ile kayıpları artan denizaltı filolarındaki eksikleri yerine koyamıyordu.

Almanlar 1917 sonunda Rusya’nın yeni Bolşevik hükümeti ile barış görüşmelerine başladı. Zorla Ruslara dikte ettirilen Brest-Litovsk Anlaşması, Rusların  bugünkü  Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya topraklarını teşkil eden geniş bir bölgeden çekilmesini, Ukrayna’nın bağımsızlığını ve bugünkü Belarus’un büyük kısmının da Rusya’dan koparılmasını içeriyordu.

Brest-Litovsk Anlaşması tarihin en acımasız anlaşmalarından biridir ki, Doğu Avrupa’nın tamamının Alman kontrolüne geçişini simgeler. Ayrıca Ruslar Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu’na da toprak vermek zorunda kalmışlardı. Bolşeviklerin bu anlaşmayı kabul etmesinin sebepleri, Rusya’da Çarlık yanlıları ile başlayan iç savaş ve ülkenin devrim sonrası tamamen çökmesi idi.

Merkezi Devletler’de savaşın ekonomik yükünü Almanya çekerken, karşı cephede Britanya İmparatorluğu, Fransa’nın ağır sanayisinin neredeyse yarısının Almanların eline geçmesi ile Müttefiklerin bel kemiği haline gelmişti. İngiltere savaştan önce dünyanın en büyük dış yatırımcısı iken; 1917 yılında Fransa ve İngiltere dünyanın en büyük yabancı borç alan devletleri haline gelmişti. İngiliz sanayisi 1914 yılında sadece 91 adet topçu silahı, 200 uçak, 300 makineli tüfek üretirken, 1914-1918 arasında İngilizler 250,000 makineli tüfek, 2,800 tank, 25,000 parça topçu silahı ve tam 170 milyon top mermisi üretebilmişti. İngilizler Fransız ekonomisinin çökmemesi için Londra’nın borçlanma piyasalarında garantör olmasını sağlamış ve hatta bizzat kendilerinin Amerikan bankalarından aldığı kredileri, Fransızlara kredi açmakta kullanmışlardı.

Almanlar 1917 yılında muazzam bir silahlanma ve patlayıcı üretimi programına geçmişti: “Hindenburg Programı”. Alman sanayisi tarımdan ve hatta cepheden çok sayıda insan çekerek, büyük bir sanayi çıktısı yaratmayı amaçlıyordu. Bu program silah ve patlayıcı üretiminde muazzam bir verim artışı sağlayacaktı. Ancak tarımdan çekilen işgücü ve gübre kullanımındaki nitratların patlayıcı üretiminde kullanılması, ilk defa Almanya’da 1916-1917 kışında açlık yaratacaktı.

Almanlar savaşı uluslararası piyasalardan borç alamadıkları için, para basarak ve savaş tahvilleri ile finanse etmişler, artan para arzının enflasyona geçişini engellemek için fiyat kontrolleri ve karmaşık bir merkezi ekonomi yönetimi kurmuşlardı.

Aslında tüm taraflar bu muazzam savaş harcamalarını, savaşı kazandıktan sonra karşı tarafa savaş tazminatı olarak yıkmayı planlıyordu. Savaşı kaybedecek taraf sadece sosyal ve askeri anlamda değil, ekonomik anlamda da çökecekti.

Rusya ile yapılan barış anlaşması yaklaşık 1 milyon Alman askerinin Batı Cephesi’ne nakledilmesini sağlayacaktı. Bu sayede Almanlar, 1914’ten beri ilk defa Amerikan askerlerinin güç dengesini değiştireceği ana kadar, geçici bir üstünlüğe kavuşmuştu.

Daha da önemlisi Almanlar da tankları olmadan topçu ve özel eğitilmiş birliklerin (Stosstruppen) bir arada çalıştığı özel bir taarruz doktrini geliştirmişti. Müthiş bir zekaya sahip Yarbay Georg Bruchmuller, Alman topçusunun kısa ama çok yoğun ve konsantre bir topçu barajı açarak düşmanın savunmasını nasıl kıracağını, ardından özel yetiştirilmiş ve sızma teknikleri kullanan birliklerin düşman hatlarına sızarak cepheyi nasıl kıracağını bir doktrin haline getirmişti.

Almanlar için süre tükeniyordu. Eldeki 50 tümenlik üstünlük geçici idi ama savaşı nasıl kazanacaklarının formülü de ortadaydı. 

Artık 4 yıl boyunca süren birkaç on kilometre ilerleyebilmek için milyonlarca askerin harcandığı dönem bitmek üzereydi. 21 Mart 1918 tarihinde Almanlar Batı Cephesi’nde savaşı kazanmak için zarlarını atacaklardı.

Yüzbinlerce Alman askeri, namluları tek tek kalibre edilmiş yüzlerce topun düşman üzerine nokta atışı yapmasını beklerken, özel yetiştirilmiş Fırtına Birlikleri (Stosstruppen) taarruz için subaylarının ruletli düdüklerini çalmalarını bekliyordu. Bu özel eğitilmiş askerler, normalin tamamen aksine tüfeklerini sırtlarında arkada çapraz bir şekilde asmış, ellerinde düşman siperlerini yıldırım gibi temizleyecekleri tabancaları ve el bombaları var idi.    

Almanlar, 21 Mart 1918 tarihinde sabah saat 04:40’da muazzam bir taarruza başlayacak, sadece 5 saat içinde Alman topçusu, yaklaşık 400 km2 alana sahip İngiliz cephesine tam 3.5 milyon mermi ateşleyecekti.

Artık savaşın son perdesi açılmıştı. 1918 İlkbaharında başlayan stratejik taarruzlar dizisi sonucunda, Almanlar savaşı kesin olarak kazanmayı öngörüyordu. Zarlar artık atılmıştı. Dört yıl boyunca milyonlarca askeri bağlayan statik siper savaşları bitmiş, “Büyük Savaş” yeniden manevra savaşına dönüşmüştü.

Burak Köylüoğlu 

4 Şubat 2024

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!